Öne Çıkan Yayın

Günün sözü: "Fransa'ya, "Liberté, égalité, fraternité", "süvari, piyade, ve topçuluk"'dan daha az rehberlik etmiştir."

"Liberté, égalité, fraternité" özdeyişi dilimize "Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik" olarak çevrilebilir. Bu üçlemenin ne a...

30 Ağustos 2015 Pazar

30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun!

Bağımsızlığımızı borçlu olduğumuz Atatürk ve şehitlerimizin anısına...


24 Ağustos 2015 Pazartesi

Fransız tankları hem sayısal hem kalite bakımından Alman tanklarından üstün mü? Bölüm - II

Fransız ordusu, mali açıdan, "Büyük Depresyon"'un yarattığı finansal zorluklardan çok fazla etkilenmişti. Buna, "Majino Hattı"'nın bakımı için harcanan büyük rakkamlarda eklenince, Kara Kuvvetleri'nin diğer birimlerine harcanacak fazla bir para kalmıyordu. Askerlerin maaşı çok düşüktü ve yaşam koşulları kötüydü. Buna bağlı olarak, orduda disiplin zayıftı. Subay kademesi, ağırlıklı olarak, kendisini soyutlamış ve bunun sonucunda, emir/komuta zincirinde büyük eksiklikler oluşmuştu. Ordunun bir bütün olarak hareket etmesi zorlaşmıştı.

Char Somua 35, orta tank sınıfına giriyordu. 20 ton ağırlığındaydı ve 3 kişilik bir mürettebata sahipti. 47mm. lik bir topa sahipti ve zırh kalınlığı ortalama olarak, 55 mm. idi. 7,5 mm.'lik 1 adet makimeli tüfeği vardı. Saate ki ortalama hızı 25 mil ile ortalamanın üstündeydi. Bütün Fransız tanklarında görülen süspansiyon sistemine sahipti. Yine, tüm Fransız tanklarında olduğu gibi, tüm süspansiyon sistemi koruyucu bir zırh plaka ile kaplanmıştı.



En büyük dezavantajı, tüm diğer Fransız tanklarında olduğu gibi, tek kişilik tareti idi. Düşman tanklarına karşı kullanılmak amacıyla inşa edildiğinden dolayı, zırhın kalınlığına ve şekline çok önem verilmiştir. Bilhassa, ön tarafda ki zırh, T-34'de ki kadar olmasa da, "eğimli" bir biçimde dizayn edilmeye çalışılmıştır. (Ara not: Sherman tankının dizaynında, örnek alındığı iddia edilir!)

O tarihlerde, ateş gücü,korunma ve hız arasında ki dengeyi kuran ve mekanik açıdan "çok güvenlir" bir tank idi. 2. Dünya Savaşı'nın geri kalan yıllarında, Alman ordusu tarafından bir çok cephede, farklı amaçlarla da olsa, kullanılması bunun en iyi kanıtıdır.
İlginizi çekebilecek diğer yazılar:
Tank

22 Ağustos 2015 Cumartesi

Fransız tankları hem sayısal hem kalite bakımından Alman tanklarından üstün mü? Bölüm - I

1940 Batı/Fransa seferi ile ilgilenen herkesin en çok şaşırdığı konulardan birisi, söz konusu seferde, Fransız tanklarının hem sayısal hem kalite bakımından, Alman tanklarından üstün olduğu gerçeğidir.

1940 Batı seferi öncesinde, Fransız ordusunda 94 tümen savaşa hazır haldeydi. Bu yaklaşık, 2.250.000 adet asker yapmaktaydı.Fransız topçusu, sayısal olarak bir üstünlüğü sahip olsa da, topların çoğu, 1. Dünya Savaşı'ndan kalma, modası geçmiş toplardı.

Bu bilgilerden yola çıkarak, Fransız topçusunun, muharebelerde tank birliklerine  ya çok az ya da hiç destek ateşi sağlamadığını/sağlayamadığını yazabiliriz. (...ki, Fransız zırhlı doktrininde zaten bu tipde bir düşünce ve planlamaya yer yoktu!)

Her ne kadar, Fransız tankları, Somua ve Char tipleri, Alman tanklarından bir çok açıdan üstünseler de, komuta düzeyinin sahip olduğu "taktiksel doktrin" tankları, hâlâ, bir "piyade destek" silahı olarak görüyordu. Bundan dolayı, tank tümenlerinin muharebe alanlarında, bağımsız bir birlik olarak operasyonel düzeyde kullanımı mümkün değildi. Ayrıca, alelacele 1940 yılında kurulan, bir kaç Fransız tank tümenlerinde ki tank sayısı, Alman tank tümenlerindekilerin neredeyse yarısı idi.

Bir kaynağa göre, savaşa katılan müttefik tanklarının sayısı 1.300 adetti. Ancak, bunlar birer tank tümeni olarak muharebeye gönderilmek yerine, çok sayıda piyade tümenine destek olmaları için dağıtıldı. Bu uygulamanın, ne tank tümenlerine, ne de piyade tümenlerine bir faydası oldu.

Fransız tanklarını sahip oldukları teknik özellikler açısından incelersek:

Genel olarak, tüm müttefik tankları, kendi sınıfları içinde karşılaştırıldığında, hafif, orta ve ağır olarak, Alman rakiplerinden, zırh kalınlığı ve ateş gücü bakımından üstündüler.

Bunun acısını, 1940 batı seferinde, en çok Alman tanksavarcıları çekmiştir. Bir,iki istisna dışında, ellerinde, ana tanksavar silahı olan 37 mm. PAK (Panzer abwehr kanone: "Tank savar silah") etkisiz kalmıştır. Alman askerlerini kendi aralarında "PAK" kısaltmasını "Panzer anklopf kanone: Tank tıklatma silahı" olarak değiştirmişlerdir. (Not:Anklopfen: Kapıyı çalmak anlamına gelir!)

R-35, 1935 yılında planlanmış ve 1940 tarihinde, 850 adetle Fransız ordusunun mevcudunda ki birinci sırayı almıştır. Piyadeye destek amacıyla planlanmıştı. Bundan dolayı ortalama hızı saatte 12 mil idi. 2 mürettebatlı, 10 tonluk ağırlığı sahip hafif bir tanktı. 45 mm.lik zırhı ve 37 mm.lik bir topu vardı. Çok yavaş olduğundan, (piyadenin eşlik edebileceği bir hızda olması gerekiyordu!) operasyonel bir düzeyde kullanılması mümkün değildi. 7.5'lik bir makinalı tüfeği vardı. Tüm bunların yanında en büyük dezavantajı, taretin tek kişilik olmasıydı. Buna bağlı olarak, komutan aynı zamanda, top nişancısı, doldur/boşaltıcı ve telsizci olarak görev yapmak zorunda kalıyordu.

Diğer bir değişle, aynı anda 4 görevi birden yerine getirmeye çalışan komutanın, muharebe alanında ki gelişmelere/hareketliliğe hakim olması, doğal olarak imkansız idi. Bu da, tankın bir silah olarak taktiksel açıdan bile kullanımını çok sınırlıyordu.

İlginizi çekebilecek diğer yazılar:
Tank

20 Ağustos 2015 Perşembe

300 ton altın taşıyan efsane Nazi Almanya'sına ait tren bulundu!

Polonya’da iki kişi İkinci Dünya Savaşı’nda kaybolan, altın, mücevher ve silah dolu olduğu iddia edilen Nazi treninin bulduklarını iddia etti.

İkinci Dünya Savaşı zamanında kaybolduğu iddia edilen ve içi altın mücevher ve silahla dolu olduğu söylenen trenin bulunduğu öne sürüldü.


Nazilere ait trenin 1945'te Sovyet güçleri yaklaşırken kaybolduğuna inanılıyor. BBC'nin haberine göre Polonya'da avukatlarla temas eden iki kişi treni bulduklarını söyledi. Polonya'daki yerel medya treni bulan kişilerin trenin içerisindeki hazineden yüzde on pay istediklerini aktardı.

Yerel medya belediyenin iddialarla ilgili çalışamalara başladığını iletti.İki kişinin iddialarının, İkinci Dünya Savaşı sırasında Ksiaz kalesi yakınlarında altın ve mücevher yüklü bir treninin kaybolduğu efsanesine uyduğuna dikkat çekiyor. Treni bulan kişilerin iddiaları doğruysa trende tam 300 ton altın bulunuyor.




Joanna Lamparska adlı bir tarihçiye göre altın ve “tehlikeli madde” yüklü treninin bir tünelde kaybolduğu düşünülüyor. Daha önce bölgede yapılan aramalar sonuçsuz kalmıştı.

9 Ağustos 2015 Pazar

9 Ağustos 1945: 2. atom bombası Nagazaki'ye atıldı!

Bugün, 2. atom bombasının Nagazaki'ye atılmasının 70. yılı. Bundan dolayı, konu ile ilgili bir alıntı yaptık:
7 Ağustos tarihinde, Tanju beyin, "70 yıl sonra Hiroşima bombası" isimli yazısının, devamı niteliğinde:

"Hiroşima'yı anlamak için: DOUHET, TRENCHARD ve HARRIS
İlk uçak havada seksen metre kadar süzüldükten on yıl sonra, Birinci Dünya Savaşı'nda gökyüzü yüz elli bin uçakla dolmuş, 1918'de İngilizler RAF'ı kurmuştu. Bu yeni gücün nasıl kullanılması gerektiği konusundaki tartışmalar da kızıştı elbette.
İtalyan Guilio Douhet düşman kentlerine yapılacak bombardıman hücumlarının halkın savaş iradesini kırıp teslime zorlayacağı teorisini ortaya attı. İngiltere bu fikirleri en çok ciddiye alan ülke oldu çünkü siperlerde ölen milyonlarca asker yerine, bombardıman uçaklarıyla işi çözebileceklerini sandılar.
İki savaş arası dönemde Trenchard RAF'ı buna göre hazırladı. Buna karşın Rus ve Alman hava doktrinleri uçakların kara kuvvetlerinin ilerlemesini desteklemek için kullanılmasını öngörüyordu. Dolayısıyla hava kuvvetleri buna göre şekillendi. İngilizler bombardıman uçakları yaparken Almanlar Stuka (pike bombardıman) ve Heinkel (hafif bombardıman) uçakları geliştirdiler.
Avcı uçakları ayrı bir kategoridir ama 1936'ya kadar avcılar iki kanatlı olup, bombardıman uçaklarına yetişemeyecekleri düşünülüyordu. Spitfire ve FW'ler savaştan hemen önce yapıldı.
Sonuçta Almanlar ve Ruslar kısa menzilli, İngiliz ve Amerikalılar ise uzun menzilli bombardımana ağırlık verdi. Almanlar 1940 yazında hafif bombardıman uçaklarıyla İngiltere'yi dize getiremediler ve İngiltere 1941'e kadar tek başına kaldığı zaman bombardıman uçaklarına ağırlık verdi.
Harris o dönemde bombardıman komutanı oldu ve savaşın sonuna kadar şayet yeterli sayıda uçağı olursa tek başına zaferi kazanabileceği hayaliyle yaşadı.
Ne var ki, kazın ayağı öyle değildi. Ne 1940 yazında İngiltere'ye yapılan bombardıman, ne de müttefiklerin yıllarca Alman kentlerini yerle bir etmeleri halkın savaş azmini son ana kadar yıkmadı. Aslında ilk bombalanan kent Madrit de teslim olmamıştı. Aynı şey daha sonra Vietnam'da da tekrarlandı.
Bu arada Rotterdam'ın bir gün bombalandıktan sonra teslim olması klasik bombardımanla teslime tek örnektir ama sayılmamalıdır çünkü Hollanda zaten Wehrmacht karşısında yıkılıyordu.
Hamburg, Dresden, Ren kentleri ve Tokyo klasik bombardımanın uç örnekleri oldu ama hiç birisi savaş iradesini kırmadı.
Savaş iradesini kıran tek bombardıman iki atom bombasıdır. Başka örnek yoktur. O sırada Japon iradesinin ne kadar zayıfladığı ve işin ahlaki kısmı ise ayrı birer tartışmadır.
Almanların hava kuvvetleri ve zırhlı birliklerle yaptıkları hücumlara "bliztkrieg" (yıldırım savaşı) adı verilmişti.
Amerikalılar daha sonra bombardımanla birlikte buna "shock and awe" (şok ve korku) hücumu adı verdiler. Irak'ta yaptıkları buydu ama Irak'ın yenilgisinde bombardımanın payının ne olduğunu değerlendirmek hala kolay değil.
1945'de Harris mareşal yapılmadığı için küstü. 1980'lerde öldüğü zaman yapılan tartışmaları hatırlıyorum. 50 binden fazla bombardıman pilotunu boş yere ölüme gönderdiği düşünülüyordu. Berlin'ı yıkarak savaşa son verme hayaline kendisini tam anlamıyla kaptırmıştı.
Onun yapamadığını Amerikalılar yaptılar. Olay budur."
Tanju beye tekrardan, teşekkürler...

7 Ağustos 2015 Cuma

Mehmet Tanju Akad'dan alıntı: 70 yıl sonra Hiroşima bombası!

Tanju beyin izniyle, yazısını bloğa aldım.

Siz olsanız ne yapardınız?

Pearl Harbour'a baskın yapmış ve delice savaşmış düşmanın anakarasına yaklaşıyorsunuz. Savaşta 300.000 ölü vermişsiniz ve yaralılarla birlikte kaybınız 1.000.000 (milyona) dayanmış. Kamikazeler son haftalarda binlerce denizciyi öldürmüş, birçok gemi batırmış. Japonlar ölümüne direnişe hazırlanıyor. Cep denizaltıları, bombalı sürat botları ve kamikazelerden on binlerce daha imal ediliyor. Bu arada savaşarak işgal edilen adalardaki sivil Japonlar bile, teslim olmamak için ailece kayalardan atlayıp intihar ediyor. Yol üzerindeki son adalar olan Okinawa ve İwo Jima'da 10'ar bin kayıp daha verdiniz. Şimdi anakaraya çıktığınız zaman 1 milyon müttefik askeri ve 2 milyon Japon daha kayıp listelerine geçecek (bu kayıp tahminleri genelde çok iyi tutuyordu). Şimdi elinizde sadece 2 bomba var. Üçüncüsü için birkaç ay daha bekleyeceksiniz. Ama bombaları atarsanız belki sadece 50 veya 100 bin düşman ölerek savaş bitecek ve siz de yüz binlerce askerinizin hayatını kurtaracaksınız. Aksi halde daha yüz binlerce askeriniz ölecek ve hesabını sizden soracaklar "bomba vardıysa neden atmadın?" diyecekler. Siz bu yükü alır mıydınız. Hele o dönemde nefret edilen bir düşmana karşı. Ve hele yıllardır süren bir savaşta o kadar yıpranmışken 1 milyon kayıpla savaşı bir iki yıl daha sürdürür müsünüz?

Açık olacağım. Ben bombaları kullanırdım ama kentlere değil askeri hedeflere atardım. (O zaman radyasyon etkisi pek bilinmiyordu). "Bakın, artık hiç bir umudunuz kalmadı, aklınızı başınıza alın" derdim. Hatta belki birincisini etkisini görebilecekleri boş bir yere, teslim olmazlarsa ikincisini salt askeri bir hedefe atardım. Kentlere atmazdım ama o dönemde böyle düşünen çok az kişi vardı.
Yukarıda doğru şekilde ifade ettiğim koşulları ciddi olarak göz önünde bulundurarak, aranızda "ben bu bombaları hiç kullanmazdım" diyen varsa merak ediyorum. Tabii, yıllardır savaşan ve sayısız kayıplara uğramış bir ülkenin lideri olarak yanıt vereceksiniz. Öyle dışarıdan konuşmakla olmaz.
Ayrıca şunu bilin ki bu bombalar gerçekten en az 3 milyon kişinin hayatını kurtarmıştır. Japonya'da savaş bittikten sonra bile açlıktan ölenlerin sayısı bilinmiyor. Savaş sürseydi muhakkak savaş kayıplarının dışında ayrıca milyonları bulacaktı.

Haydi tüm bu bilgiler ışığında karar verin?

(Bu arada Rusya'nın uzak doğuda savaşa gireceğini ve bunun Japonya'yı teslime iteceğini de bilmediğiniz varsayımını unutmayın.)

Karar vermek o kadar kolay mı?

6 Ağustos 2015 Perşembe

Hiroşima'ya atılan ilk atom bombasının 70. yılı!


Bugün, 6 Ağustos... Hiroşima'ya ilk atom bombasının atılışının 70. yılı...

Tahminen, 100.000 ile 150.000 arasında insan bir anda toz oldu.

Yaralanan ve yıllar sonra ortaya çıkan radyoaktif zehirlenme sonucunda, daha kaç kişi öldü, bilinmiyor; bilinse bile açıklanmaz...

"Zaferi kazanması kesin olan A.B.D. neden kullanma gereği duydu?"; "A.B.D. geliştirmese, Nazi Almanya'sı veya S.S.C.B. geliştirse, neler olabilirdi?" konuları üzerinde çok ihtimal hesabı ve yorum yapılır.

Ancak, bugün, fazla söze gerek yok, ölenleri analım...Youtube'dan, kısa bir fotoğraf derlemesi...

4 Ağustos 2015 Salı

"Atlas Tarih" dergisinin, 35. sayısı (Ağustos/Eylül2015)!

Bu ay tarih meraklıları için bereketli bir ay; çünkü “Bugünü anlamak için, #tarih“ dergisinin yanında, tanıtmak istediğim ikinci bir dergi daha var.

O da “Atlas Tarih”.İki ayda bir yayınlanan bu süreli yayının 35. sayısı (Ağustos/Eylül2015) çıktı.


Bu ayki sayfa sayısı 146 olan derginin, satış fiyatı 14.- TL.
Gazete bayiine.. (En azından eskiden öyleydi!)

Ilginizi çekebilecek diğer yazılar:

tarihdergileri

1 Ağustos 2015 Cumartesi

“Bugünü anlamak için, #tarih“ dergisinin, 15. sayısı (Ağustos 2015)!

Her ayın, olmazsa olmaz, süreli yayını, “Bugünü anlamak için, #tarih“ dergisinin, 15. sayısı (Ağustos 2015) çıktı.


Kapakta, ölümünün 100. yılı nedeniyle, Tevfik Fikret’in portresi var. Derginin içinde yer alan konulardan üçünü, kapağın alt kısmına yerleştirmişler.

Sultan ve Sayfiye: Zat-ı şahaneleri yaz tatilinde!

Savaş zenginleri: Milyonlar geldi, milyarlar geldi.

Uzaylılar-UFO’lar: Dünya dışı yaşam fikrinin tarihi

Öne çıkartılan makaleler olmuş.

Ana konu, doğal olarak, ölümünün 100. yılında, Tevfik Fikret. Enis Batur, Ahmet Kuyaş, Necdet Sakaoğlu, Emin Nedret İşli tarafından kaleme alınan 4 makale yakın tarihimize damga vuran, Tevfik Fikret’i farklı açılardan incelemişler.

Şahsen, beni ve tüm „askeri tarih“ meraklılarını ilgilendiren makale ise, Mehmed Tanju Akad’ın yazdığı, „Savaş zenginleri / Milyonlar ölürken, milyarlar kazandılar.“. Her ne kadar konu, cephe gerisi özelliği taşısa da, savaş tarihinin, can alıcı noktalarından birisi. Tanju hocamız, her zaman ki bilgi birikimi  ve anlatı ustalığı ile, çok güzel bir yazı yazmış.

Benim dergide zevkle okuduğum ikinci bölüm olan „bilim ve efsane“ adı altında, Ayşen Gür, „Üçüncü türden tarihi yakınlaşmalar“ başlığıyla, Dünya dışında varolduklarını kabul ettiğimiz canlıların, tarih içinde, Dünya’mıza yaptıkları varsayılan ziyaretleri derlemiş.

Ayrıca, bu sayıda, başkalarının objektifinden Ara Güler fotoğraflarına yer vermişler. 1961 yılında, İngiliz „Photography Annual“ dergisi tarafından Dünyanın yaşayan en iyi yedi fotoğrafçısından birsi çekilen, Ara Güler’in kendisi, fotoğrafların ana konusu olmuş.

Portre bölümünde, Masis Kürkçügil, 1960’ların öğrenci liderlerinden, Harun Karadeniz‘in hayat hikayesini anlatmış.

Yazlık saraylar kısmında, Muzaffer Albayrak’ın yazdığı, „Zat-ı şahaneleri yaz tatilinde“ başlığıyla, Osmanlı padişahlarının sayfiye gezileri anlatılmış.

„Kapadokya ve tariih bir palavra“, Ozan Sağdıç’ın, „Fotoğrafik hafıza“ bölümünde yazdığı makalenin başlığı.

Diğer makaleler:

Evrak-ı metruke kısmında, Yiğit Köseoğlu’nun makalesi,

Kültürel miras kısmında, “Diyarbakır surları” başlıklı yazı, Hayri fehmi Yılmaz tarafından kaleme alınmış.

Kitap bölümünde, Ayrıntı yayınlarından çıkan, „Özel görevler“ isimli anı kitabı tanıtılmış. 1930’lu ve 40’lı yılarda, NKVD bünyesinde ki, Özel Görevler Dairesi‘nde çalışan ve 1941-1953 yılları arasında, başkanlığını yapan, Pavel Sudoplatov‘un anıları, bu sayıda tanıtılan kitaplar arasında, ön planda. Bu eserin yanında, Orhan Koloğlu’nun „1915 basınında Çanakkale“ ve Christopher S. Wilson’un yazdığı „Anıtkabir’in ötesi / Atatürk’ün mezar mimarisi“ kitabı, tanıtılan diğer eserler arasında yer alıyor.

„Edito“ başlığı altında, editör Gürsel Göncü’nin yazısı, „interaktif“ kısmında, okuyuculardan gelen, e-postalar, fotoğraflar, soru ve cevaplar, Ağustos ayında, gün ve gün, Dünya tarihinden seçmeler, bilmece ve çoktan seçmeli 10 soru, ajanda, gastro tarihi, kurmaca, hafıza-ı beşer, gezgin göz, isimli bir çok bölüm daha, farklı konularla okunmayı bekliyor.

„Zamanın izinde“ kısmında, bu ay ki konu, „Baba ocağı, koca ocağı“ başlığıyla, Moğol kültüründe, kadının yeri!

Bu ayki sayfa sayısı 116 olan derginin, satış fiyatı 10.- TL.

Her ay olduğu gibi, yine “dolu dolu“ bir dergi okunmayı bekliyor.
Ilginizi çekebilecek diğer yazılar: