Askeri tarih yazımında, klasik olarak
kabul edilen eserlerin büyük bir kısmı, “Batı uygarlığı” diye isimlendirdiğimiz
bölgeden çıktığını daha önceki yazılarda vurgulamıştım. Buna yol
açan en önemli neden, yazılı malzemenin büyük bir çoğunluğunun, bu coğrafyada,
çok daha iyi koşullarda korunmuş olmasıdır.
Batı ve Orta Avrupa askeri
tarihçileri, diğer bir deyişle, Anglo-Amerikan yaklaşım, 16. yüzyıl sonunda
Maurice von Nassau’yu, modern askeri mekanizmaların başlangıcı olarak kabul
eder.
Moğollar kalıcı kurumsal yapılar kurmadıklarından, Çinlilerse çok uzak bir coğrafya da yer aldıklarından, söz konusu değerlendirmeye dahil edilmezler.
Moğollar kalıcı kurumsal yapılar kurmadıklarından, Çinlilerse çok uzak bir coğrafya da yer aldıklarından, söz konusu değerlendirmeye dahil edilmezler.
Hollanda’da Maurice von Nassau askeri
birimlerin disiplinli birer kurum olmasını sağlayan düzenlemeler ve taktik
reformları yapmıştır.
İsveç kralı Gustav Adolf, süvari ve
özellikle topçu birliklerinin donanımı ve taktik bazda kullanımı konusunda yeni
bir örgütlenme gerçekleştirmiştir. Her iki birimde muharebelerde daha esnek bir
düzende kullanılarak, etkinlikleri arttırılmıştır.
Her ikisi de temelde, kendisine,
İspanyol "tercio"'ların organizasyonel yapısını örnek olarak
almıştır.
Bugün, elinde ki küçük bir ordu ile,
17. yüzyıla damgasını vurmuş olan İsveç kralı Gustaf Adolf’dan bahsedeceğim.
İsveç kralı Gustaf Adolf, 17. yüzyılda,
gerçekleştirdiği askeri reformlarla, sayısal açıdan küçük bir ordusu olan İsveç’i,
o devrin önemli askeri güçleri arasına sokmuştur.
Elinde ki gücün sayısal açıdan sınırlı
bir kapasiteye sahip olduğunu kavrayarak, bu dezavantajı giderecek önlemler
almıştır. Herşeyden önce, ordunun ateş gücünü arttırmıştır. Buna paralel olarak,
topçu ve piyade birliklerinin harekât kabiliyetini yükseltmiştir. Bu iki unsuru
birbiriyle kombine etmiş, böylece, düşman kuvvetlerine, muharebe alanında, hızlı
hareket eden birlikleri ile birçok yerden, yüksek bir ateş gücüyle büyük kayıplar
verdirmiştir.
O devrin muharebe taktikleri
doğrultusunda, hareketli bir orduya sahip olmanın birinci koşulunun eğitim ve
disiplin olduğunu kavramıştır. Piyadelerinin muharebe koşullarında gerekli
hareketleri, düzenlerini bozmadan yapabilmeleri için, onların çok sıkı bir
eğitime tabii tutmuştur. Az sayıda askere sahip olmanın getirdiği dezavantajı,
birliklerin mevcudunu azaltıp, birlik sayısını arttırarak çözmüştür. Daha az
sayıda askere sahip bir birliğin azalan ateş gücünü 2 yöntemle arttırmıştır.
Yüksek düzeyde disiplin, askerlerin dakika
başına atış oranını arttırırken, verilen eğitim, isabet oranını yükseltmiştir.
Kullandığı ikinci yöntem ise, muharebe taktikleri açısından askerlik tarihinin
dönüm noktalarından birini oluşturdu. Topçunun kullandığı top ve mermileri
standartlaştırarak, tarihinin en etkili “sahra topçusunu” yaratmıştır.
Topçularını, atlı çekicilerle desteklemiş, yine bu çekicilere takılı, mermileri
taşıyan cephane arabaları yaptırmıştır. Bu sayede, topçuları hem hızla muharebe
alanı çevresinde ve içinde hareket etmiş, hem de o güne kadar görülmemiş
yükseklikte bir atış hızına sahip olmuşlardır. Top çekicilerine eklenen cephane
arabaları sayesinde, muharebe esnasında, topçunun o güne kadar sık sık
karşılaştığı, cephane sorunu da çözülmüştü.
Gustav Adolf, bu niteliklere sahip
sahra topçusunu, piyadelerine yakın destek vermeleri için kullanınca, düşman
kuvvetlerinin belirli noktalarında, muharebenin başlamasından kısa bir süre
sonra, yüksek kayıplar nedeniyle, saflar bozulmuştur. Bu deliklerden, hücum
eden İsveç birlikleri, düşmanın arkasına sarkarak, kendilerinden kat kat üstün
kuvvetlerin geri çekilmelerini veya bozgun halinde kaçmalarını sağlamışlardır.
Bir sonuca bağlamak gerekirse, Gustaf
Adolf’un başarısının temelinde yatan nedenler, küresel olan, askeri disiplin ve askeri
eğitim yanında, silah ve cephane konusunda gerçekleştirdiği “standartlaştırma”
olgusudur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder