Askeri tarih yazımında, klasik olarak kabul edilen eserlerin büyük bir
kısmı, “Batı uygarlığı” diye isimlendirdiğimiz bölgeden çıkmıştır. Bunun en
önemli nedeni, insanlığa miras kalan yazılı malzemenin büyük bir çoğunluğunun
bu coğrafyada, çok daha iyi koşullarda korunmuş olmasıdır.
Asya ve Uzakdoğu coğrafyasında hüküm sürmüş olan uygarlıklardan kalan
eserler ya zamanla yok olmuşlardır; ya da hala bulundukları ülkelerin
kütüphanelerinde incelenmek ve küresel askeri tarih kültürüne eklenmek için
beklemektedir.
Yunan tarihi açısından, Thukydides ve Xenophon; Roma tarihi açısından, Polybius ve Tacitus, askeri stratejik düşünceyi yazıya dökmüşlerdir.
Diğer taraftan, Eski Yunan adını
verdiğimiz çağda, askeri tarih yazımı olarak nitelendirdiğimiz eserlerde,
“abartma” olgusuna sıkça rastlarız. (Günümüzden bakıldığında, “tarih yazımı”
için kabul edilemeyecek olan bu özellik, o devir eserlerinin neredeyse
vazgeçilmez bir özelliğiydi!)
Askeri tarih yazımı konusunda, Sun Tzu’yu
bir direngi noktası olarak kabul ettiğimiz için, onun eseri ile yaptığımız bir
karşılaştırma da karşımıza çıkan en büyük fark şudur:
-Sistematik bir yaklaşım yoktur.
-Yaşananların analizinden çıkarılan
derslerden belli bir formül yaratılmaya çalışılmaz.
Xenophon, Sun Tzu ile aynı dönem de
yaşayıp, Pers İmparatorluğu’nda ki bir iç savaşta savaşıp, geri çekilmek
zorunda kalan paralı Yunan askerlerinin Yunanistan’a geri dönüş öyküsünü
anlatır.
Ancak, askeri bir harekât öncesinde ve
esnasında, göz önüne alınması gereken birçok olguya değinir.
-Birliklerin, kurulan kampın, lojistik
desteğin ve hatta geri çekilme rotasının emniyeti,
-Muharebe esnasında baskın ve “ağırlık
merkezi” gibi kavramların önemi,
-Uzun bir sefere çıkan ordu da dayanışma,
güç tasarrufu ve moral gibi unsurlar sıkça vurgulanır.
Thukydides, M.Ö. 431 yılında,
“Peloponnesos Savaşları’nın Tarihi” adlı eseri yazmıştır.
O devirde ki ismiyle, “strategos”, ayni
ordu komutanı olarak görev yaptığından, yazdıklarının, askeri tarih yazımı
açısından değeri büyüktür.
Bahsettiği savaş, Atina’nın bir şehir devleti olmaktan çıkıp, Sicilya’ya
kadar yayıldığı dönemde, ağırlıklı olarak Sparta ile yaptığı mücadele anlatır. Atina’nın
gücü bir deniz kuvveti olmasından gelirken, Sparta, tamamen kara kuvvetine
dayanan bir askeri politika izlemekteydi.
O devirde, sefere çıkan ordular, lojistik sorunlarını, geçtikleri
bölgelerde satın alma, işgal ettikleri arazilerde yağma yoluyla çözmeye
çalışırlardı. Her iki yöntemde kendine has bir takım zorluklar ve riskler
içerdiğinden, genel anlamda lojistik, dar anlamda, “yeme-içme” sefere çıkan
orduların en büyük sorunuydu.
Zaten, Yunanistan tarımsal verim bakımından kendine yetme konusunda bile
zorluklarla karşılaştığı için, birçok Yunan şehir devleti, deniz ticaretine ve
zamanla, “şehir kolonileri” kurmaya ağırlık vermiştir. Doğal olarak, deniz
ticareti ve donanma ön plana çıkmıştır. Ayrıca, o devirlerde, yolların
altyapısı çok zayıftı ve kara orduları sürekli olarak baskın tehlikesi
altındaydı.
Şunu asla unutmamak gerekir ki, her ne kadar savaşın evrensel koşulları olsa da, aynı zamanda her bir muharebenin ve savaşın kendine has özel koşulları da vardır.
Benzeri yazılar için:
askeritarihkitapklasikleri
Benzeri yazılar için:
askeritarihkitapklasikleri
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder