Bir savaşta, sahip olunan araçlarla, hedeflenen amaç veya amaçlar arasında ki denge hayatidir.
Elinizdeki araçlara bakarak, hangi amaç veya amaçlara ulaşabileceğinizi, çok gerçekçi bir biçimde saptamalısınız.
Bazı durumlarda, eldeki araçların sınırlarını zorlayarak, bir veya birden fazla beklenmedik başarılar, elde edilebilir. Ancak, bu başarıların, zaman ve coğrafya sınırları içerisinde gerçekleşebileceğini, asla unutmamak gerekir.
Sadece eldeki askeri unsurlara değil, sosyo-ekonomik, sosyo-politik ve kültürel öğeleri de stratejik hesaplamalara katmak gerekir.
Planlanan savaşın niteliği, hedeflenen amaca bağlıdır. Kısa süreli bir “sınırlı savaş” ile “topyekün savaş”, çok farklı sayısal ve niteliksel özellikler gerektirir. Her iki durumda uygulanacak olan stratejiler, sözü edilen bu öğelere dayandırılarak saptanmalıdır.
Bir ülkenin sahip olduğu nüfus, nüfusun dağılımı (erkek/kadın ve genç/yaşlı oranları), ülkede ki iş gücü ve dağılımı, ülke ekonomisinin, bilhassa ağır sanayi ve teknolojik üretimin düzeyi, stratejiyi belirlemede rol oynayan, ana sosyo-ekonomik unsurlardır.
Bilhassa, 2. Dünya Savaşı’nın Doğu Avrupa cephesinde, iki farklı ideolojinin ölüm-kalım mücadelesinde, farklı ideolojilerin kitleleri motive etme konusunda ki farklılıklar, sosyo-politik unsurların önemini çok iyi vurgular.
Hiç bir kâr amacı gütmeyen Sovyet ekonomisi, işçilerden ve köylülerden aldığı verimi, her türlü metodla maksimize ederek, askeri araç, silah ve mühimmat üretiminde, çok kısa sürede, beklenmedik rakkamlara ulaşmıştır. Gerek cephede savaşan askerler gerekse cephe gerisinde üretenler, saldırıya uğramış bir ülkenin vatandaşları olarak, doğal bir fedâkarlık göstermişlerdir. Ama, bunun yanında, korkutma ve ceza, savaşın bilhassa ilk iki yılında, çok önemli bir “motivasyon” aracı olmuştur.
Bunların yanında, Napolyon Bonapart’a atfedilen, “Coğrafya bir ülkenin kaderidir!” lafını asla unutmamak gerekir. Ülkenin coğrafi konumu ve sahip olduğu doğal kaynaklar, neredeyse, askeri gelişimin sınırlarını önceden saptar.
“Strateji”, neredeyse hemen herkes tarafından bilinen bir deyimdir. Askerlikte ve spor dahil olmak üzere, günümüzde neredeyse bir çok alanda kullanılan diğer bir terim ise, “taktik”’dir. Bu ikisi değişik düzlemlerde/boyutlarda gerçekleştirilen askeri müdahalelerin planlamasını ve yönetimini tanımlar.
Taktik, farklı muharebeler veya çatışmaların her birinde, elde ki askeri birliklerin nasıl kullanılacağını saptama sanatıdır. Stratejik planlamaya nazaran çok daha dar bir alanda ve kısa bir zaman limiti içinde gerçekleşecek olan bir askeri müdahalenin planlanmasıdır.
Strateji ise, eldeki tüm sivil ve askeri kaynakları, sosyal, ekonomik ve politik koşullar çerçevesinde göz önüne alarak, ülkenin coğrafi konumunu ve savaş hedeflerini hesaplayarak, makro bazda ve en geniş/üst düzeyde, yapılması gereken uzun vadeli planlamadır.
Diğer bir değişle, savaş planlaması, üç ayrı boyutta/düzlemde yapılır.
Bu üç farklı askeri yönetim farklı düzlemlerde/boyutlarda uygulansa da, hepsinde geçerli olan belirli kurallar vardır.
-Savaşın, harekâtın veya muharebenin hedefi nedir?
-Bu hedefe ulaşmabilmek için elimizde ki kaynaklar nelerdir?
-Söz konusu kaynakların yeterli olup/olmamasına bağlı olarak alternatif plan nedir?
-Tüm bu değerlendirmeler, coğrafya, düşmanın elinde ki güçler, düşmanın hedef veya hedefleri göz önüne alınarak yapılmalıdır.
Gerçeklerden uzaklaşan ve/veya kendine aşırı güvenenler sonunda yenilgiye uğrarlar. Diğer bir deyişle, "Çıkamayacağınız topraklara girmeyin!"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder