Merhaba!
Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun, "Politikada 45 yıl" isimli kitabından aynı döneme ait diğer bir ilginç anısı, savaşa katılmayan az sayıdaki ülkelerden birisi olan İsviçre'ye ait...
Sayfa: 173
"Bu küçük Avrupa ülkesinin durumu, bazı farklarla bize benziyordu.
Üstelik tarım mahsulleriyle, ham madde kaynaklarından tamamen yoksundu.
Ancak, şu var ki, bu memleketin idarecileri daha 1936’da harp kokusunu alır almaz, hemen bir nevi ithalat dampingine buğday, arpa, darı, kömür, demir vs. neye muhtaç iseler, tedarik etmişler ve on yillik istihlàkı karşılayabilecek stoklar yapmışlardır.
Fakat, bütün bu istihlak maddelerini, iğneden ipliğe kadar vesikaya tabii tutmayı da unutmamışlardı. Şöyle ki:
Sıkı bir "Harp Ekonomisi Teşkilatı", bütün yiyecek maddelerini kontrol altına almış; haftada adam başına 200 gram ete ancak müsaade ediyordu.Aynı teşkilat, yünlüden, pamukludan, deriden giyecek esyasına da vesikaya bağlamıştı.
Köylünün sığırı, danası, domuzu yine bu teşkilat tarafından bir nevi nasyonalizasyona tabii tutulmuş ve evlerdeki kümeslerin tavuklarının, bunların yumurtalarının serbest alım ve şatısları yasak edilmişti.
Isviçre köylüsü, kendi toprak mahsullerinin hesabını da Harp Ekonomisi ofislerine bildirmeye mecburdu. Gerçi karaborsa büsbütün kapanmış degildi, ama, bundan faydalanmak hem alıcı, hemde satıcı icin son derece tehlikeliydi.
Cenevre’nin meşhur bir terzisini tanırdım ki, harpten önce, Ingiltere’den getirttiği bazı kumaşlardan bazı müşterilerine kuponsuz elbise yaptığı icin yüz bin Frangı geçen bir para cezasına çarptırılmış. Ondan sonra da belini doğrultamayarak kırk yıllık terzihanesini kapatmak zorunda kalmıstı. (Karaosmanoğlu’nun „Zoraki Diplomat“ kitabından)
Ben, o zamanlar, hükümetimize bu Harp Ekonomisi teşkilatından bahsetmis ve bu teşkilatın başında bulunan zattan (aramızda ki dostluktan faydalanarak) edindiğim malumatı bildirdim ise de, daima ile karşılaşmışımdır. "
(Blogcunun notu: [„istihfaf“ „kücümseme“ demek!] İsviçre'yi yönetenleri, gerçekci bir ileri görüşle gereken önlemleri zamanında almaları, savaş esnasında tüm ülke çapında sıkıyönetim ilan edip, bunu acımasız ve ayrım yapmadan uygulamaları, ülkenin bu badireyi en az zararla atlatmasını sağlamış.
Bu arada, iyi eğitilmiş kitlelerin, getirilen yeni kısıtlama ve uygulamalara uyumu da göz ardı edilemez.
Bunların yanında, yazarın, sayfa 160’da Hollanda bombardımanını ve Lahey’de ki, Alman paraşütcüleri ile Hollanda ordusunun çarpışmalarını anlatması, 2. Dünya Savaşının ilk sivil şehir bombardımanı olan „Rotterdam“ saldırısı sonrasında, şehri ziyaret ettiğini belirtmesi ve 161’de Gauleiter [Gau: Cermenler zamanında, kendi içinde bir yerleşim bölgesi demektir. Naziler, Ari geçmişlerini vurgulamak amacıyla, önce Almanya’yı, sonra da isgal ettikleri her ülkeyi, bu tip bölgelere ayırmışlardır. {Almanca, „leiter“ kelimesi de „yönetici“ demektir.}] deyimini kullanması, kendisinin, 2. Dünya Savaşını bizzat yakından yaşadığının ve gelişmeleri ne kadar dikkatli bir biçimde takip ettiğinin kanıtlarıdır. )
Görüşmek dileğiyle!
Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun, "Politikada 45 yıl" isimli kitabından aynı döneme ait diğer bir ilginç anısı, savaşa katılmayan az sayıdaki ülkelerden birisi olan İsviçre'ye ait...
Sayfa: 173
"Bu küçük Avrupa ülkesinin durumu, bazı farklarla bize benziyordu.
Üstelik tarım mahsulleriyle, ham madde kaynaklarından tamamen yoksundu.
Ancak, şu var ki, bu memleketin idarecileri daha 1936’da harp kokusunu alır almaz, hemen bir nevi ithalat dampingine buğday, arpa, darı, kömür, demir vs. neye muhtaç iseler, tedarik etmişler ve on yillik istihlàkı karşılayabilecek stoklar yapmışlardır.
Fakat, bütün bu istihlak maddelerini, iğneden ipliğe kadar vesikaya tabii tutmayı da unutmamışlardı. Şöyle ki:
Sıkı bir "Harp Ekonomisi Teşkilatı", bütün yiyecek maddelerini kontrol altına almış; haftada adam başına 200 gram ete ancak müsaade ediyordu.Aynı teşkilat, yünlüden, pamukludan, deriden giyecek esyasına da vesikaya bağlamıştı.
Köylünün sığırı, danası, domuzu yine bu teşkilat tarafından bir nevi nasyonalizasyona tabii tutulmuş ve evlerdeki kümeslerin tavuklarının, bunların yumurtalarının serbest alım ve şatısları yasak edilmişti.
Isviçre köylüsü, kendi toprak mahsullerinin hesabını da Harp Ekonomisi ofislerine bildirmeye mecburdu. Gerçi karaborsa büsbütün kapanmış degildi, ama, bundan faydalanmak hem alıcı, hemde satıcı icin son derece tehlikeliydi.
Cenevre’nin meşhur bir terzisini tanırdım ki, harpten önce, Ingiltere’den getirttiği bazı kumaşlardan bazı müşterilerine kuponsuz elbise yaptığı icin yüz bin Frangı geçen bir para cezasına çarptırılmış. Ondan sonra da belini doğrultamayarak kırk yıllık terzihanesini kapatmak zorunda kalmıstı. (Karaosmanoğlu’nun „Zoraki Diplomat“ kitabından)
Ben, o zamanlar, hükümetimize bu Harp Ekonomisi teşkilatından bahsetmis ve bu teşkilatın başında bulunan zattan (aramızda ki dostluktan faydalanarak) edindiğim malumatı bildirdim ise de, daima ile karşılaşmışımdır. "
(Blogcunun notu: [„istihfaf“ „kücümseme“ demek!] İsviçre'yi yönetenleri, gerçekci bir ileri görüşle gereken önlemleri zamanında almaları, savaş esnasında tüm ülke çapında sıkıyönetim ilan edip, bunu acımasız ve ayrım yapmadan uygulamaları, ülkenin bu badireyi en az zararla atlatmasını sağlamış.
Bu arada, iyi eğitilmiş kitlelerin, getirilen yeni kısıtlama ve uygulamalara uyumu da göz ardı edilemez.
Bunların yanında, yazarın, sayfa 160’da Hollanda bombardımanını ve Lahey’de ki, Alman paraşütcüleri ile Hollanda ordusunun çarpışmalarını anlatması, 2. Dünya Savaşının ilk sivil şehir bombardımanı olan „Rotterdam“ saldırısı sonrasında, şehri ziyaret ettiğini belirtmesi ve 161’de Gauleiter [Gau: Cermenler zamanında, kendi içinde bir yerleşim bölgesi demektir. Naziler, Ari geçmişlerini vurgulamak amacıyla, önce Almanya’yı, sonra da isgal ettikleri her ülkeyi, bu tip bölgelere ayırmışlardır. {Almanca, „leiter“ kelimesi de „yönetici“ demektir.}] deyimini kullanması, kendisinin, 2. Dünya Savaşını bizzat yakından yaşadığının ve gelişmeleri ne kadar dikkatli bir biçimde takip ettiğinin kanıtlarıdır. )
Görüşmek dileğiyle!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder