Öne Çıkan Yayın

Günün sözü: "Fransa'ya, "Liberté, égalité, fraternité", "süvari, piyade, ve topçuluk"'dan daha az rehberlik etmiştir."

"Liberté, égalité, fraternité" özdeyişi dilimize "Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik" olarak çevrilebilir. Bu üçlemenin ne a...

28 Kasım 2017 Salı

BERLİNER DOM / Berlin Katedrali

Berlin'in en önemli Protestan kilisesi olan yapı, 15. yüzyıldan beri ayakta olup birçok bina gibi, II. Dünya Savaşı’ndan ciddi biçimde etkilenmiştir. Restorasyon çalışmalarının ardından 1993’te tekrar açılan katedralde Hohenzollern ailesine ve Prusya krallarına ait lahitler vardır.

270 merdivenle çıkılan 114 metre yüksekliğindeki kubbesi muhteşemdir.


25 Kasım 2017 Cumartesi

Sanssouci Sarayı / Büyük Frederik / Büyük Friedrich!

Sanssouci Sarayı : İsmi “kaygısız” anlamına gelen bu saray Prusya Kralı II. Frederick (Büyük Friedrich) tarafından huzurlu ve kaygısız bir yaşam sürmek için Georg Wenzeslaus von Knobelsdorff'un yönetiminde, 1745-1747 yıllarında kralın yönergeleri doğrultusunda tek katlı olan bu saray yapılmıştır.






22 Kasım 2017 Çarşamba

20 Kasım 1917 tarihinde başlayan Cambrai muharebesinin 100. yılı!

2 gün önceki yazımızda, 20 Kasım 1917 tarihinde başlayan Cambrai muharebesinin 100. yılı nedeniyle, İngiltere'de özellikle Bovington Tank müzesinin katılımıyla kutlamalar yapıldığına değinmiştik.

Bugün kısaca, Cambrai muharebesinin neden bu kadar önemle kutlandığına değinelim.



1914 yılı Eylül'ünde gerçekleşen 1. Marne muharebesinden sonra, Batı cephesinde ki çatışmaların  statik cephe muharebelerine döndüğünü bugün her askeri tarih meraklısı bilir. 1918 yazına kadar bu topraklarda gerçekleştirilen hiç bir saldırı bir kaç kilometrelik ilerlemeden daha fazlasını sağlayamamıştır. Daha da acısı, elde edilen toprak kazancı ile karşılaştırılamayacak kayıplara rağmen, bazen bir kaç ay yada  bir kaç hafta kadar kısa bir süre sonra düşmanın karşı saldırısı sonucunda ele geçirilen topraklar kaybedilmiştir.

Aslında bu açıdan bakıldığında Cambrai muharebesi tipik bir örnektir. 20 Kasım tarihinde başlayan müttefik saldırısı, daha ikinci gününde yavaşlayarak durmuş; 10 günü sonra da Almanların bir karşı saldırısı sonucunda kazandıkları arazinin büyük bir kısmını kaybederek geri çekilmişlerdir. (Bazı kaynaklara göre daha fazlasını kaybederek!)



Bu ilk değerlendirmeye göre, diğerlerinden farklı gözükmeyen Cambrai muharebesinin kutlanacak nesi vardır?

Her şeyden önce, saldırı başladıktan 6 saat sonra Müttefik kuvvetleri 4,5 millik bir alanda 6 mil kadar ilerlemişlerdir.

Bu başarıya ulaşırken uğradıkları kayıpta, 5.000 askerden daha azdır (Bu rakam, maalesef, 1. Dünya Savaşı için, çok küçük bir kaybı ifade eder!)
O dönem için, gerek asker gerekse siviller arasında muharebenin başlangıç aşamasında elde edilen bu hızlı(!) ilerlemenin neden büyük bir sevinç yarattığını anlayabilmek için şu karşılaştırmayı yapmak gerekir.

Söz konusu alan, 100 günlük Passchendale muharebesinde Müttefiklerin ele geçirdiği alandan daha büyüktür. 31 Temmuz - 10 Kasım tarihleri arasında gerçekleşen Passchendale muharebesinde verilen kayıp sayısı (yaklaşık 100 günde!) 200.000 askerden fazladır. (Kesin bir rakam veremiyorlar. Bu tahmini en düşük rakam!) 

Bu verileri gözönüne alırsak, Cambrai muharebesinin en azından başlangıç döneminin bile kutlamaya değer olduğunu kavrarız.

Ancak, bu muharebeye 1. Dünya Savaşı askeri tarihi içerisinde ayrı bir yer veren özelliği, her iki tarafında yeni taktikler kullanmasıdır.

Her ne kadar bazı kaynaklarda, "çok sayıda tankın bir arada kullanıldığı ilk muharebe" olarak değerlendirilse de, bu hem doğru değildir, hem de ön plana çıkması gereken özelliği bu değildir.

İlk önce vurgulanması gereken özelliği, "farklı askeri birimlerin (tank-piyade-topçu- uçak)muharebe boyunca başarılı bir biçimde koordine edildiği (o günün koşullarına göre!) ilk muhaberedir.

Çok sayıda tankın kullanılmasından daha önemlisi, tankların "ancak, büyük kayıplar verilerek ve çok zaman harcanarak geçilebileceği" öngörülen Hindenburg hattını bir kaç saat içinde aşmalarıdır.

Sadece piyadenin değil, yakın top desteği sağlayan hafif topçunun da kabusu olan hendekleri aşabilmeleri için büyük ağaç gövdelerinden oluşan dolgular ve o güne kadar görülmemiş derinlikte, büyüklükte ve yoğunlukta ki dikenli tel engelleri aşabilmeleri ve daha da önemlisi özellikle geriden gelen hafif top çeken atların geçebileceği düzeyde tahrip edebilmelerini sağlayabilecek çapalar eklenmiştir.



Bu sayede tanklar, siper savaşlarında o güne kadar topçunun görevi olan "dikenli telleri imha görevini" üstlenmiştir.

Kullanılan "tahmini top ateşi tekniği" diğer bir yeniliktir. O güne kadar saldırının düzenleneceği bölgede önceden yapılan keşif araştırmalarına gerek kalmamıştır.

Başka bir yenilikte, o güne kadar görülmemiş ölçüde Hava Kuvvetlerinin saldırıya katılmış olmasıdır. Uçaklar sayede muharebe öncesinde ve esnasında keşif yapmakla yetinmemişler, bombardıman ve yer saldırısı görevleri üstlenmişlerdir.

19 Kasım 2017 Pazar

Günün kitabı: "2. Dünya Savaşı yolunda Japonya"

Bugün tanıtmak istediğim kitap, 2015 yılında, "Kitap dostu" yayınevi tarafından piyasaya verilmiş. 254 sayfalık eserin yazarı Sinan Levent.

Bu kitap tanıtımında, farklı olarak, aynı zamanda, tarih çalışmalarında gazetelerin yeri ve önemine kısaca değineceğiz. (En azından İnternet hayatımızda büyük bir yer edinmeye  başlayana kadar!)

Tarih çalışmalarının, çoğu zaman göz ardı edilen önemli kaynaklarından birisi günlük gazetelerdir. (Yeni nesil pek bilmez, eskiden haftalık ve aylık gazetelerde vardı!)
Günlük gazete, genelde bir gün önceki veya daha önemli olaylarda daha yakın bir süre öncesinde gerçekleşen bir olayı aktaran bir kaynaktır.

Sadece haber aktarmakla kalmazlar, yorumlarlar ve hatta hikaye tarzında bir sunum yaparlar.

Gazetelerin toplumlarda kendini yer bulma sürecine bakarsak, ağırlıklı olarak 20. yüzyıl tarihi üzerine çalışma yapan her tarihçi için gazeteler vazgeçilmez bir yazılı kaynaktır.

Her ne kadar verilen haberler kişisel yorum ve hatta hikaye ile mizah içerebilse de, gün be gün bilgi içeren bir sürü haber içeren bu yazılı kaynağı göz ardı etmek doğru olmaz. Araştırılan konu hakkında çok sayıda veri ve belge bulunabileceği gerçeği, günlük gazeteleri, en azından modern tarih araştırmaları için vazgeçilmez kılar.

İşte, bugün bahsetmek istediğim kitap, bu gerçekten yola çıkarak yazılmış.



Kitabın tanıtım yazısından:
"Kısa sürede benzerine zor rastlanan bir kalkınma süreci yaşayan Japonya, 1930 senesi itibariyle dünyanın önde gelen ülkeleri arasına girmiştir. I. Dünya Savaşı sonunda meydana gelen yeni uluslararası düzen içerisinde büyük devletler arasında kendine yer edinmeyi başaran Tokyo yönetimi, II. Dünya Savaşı öncesinde Mançurya'yı istila etmiş, daha sonra Asya Pasifik sularında ve Çin Anakarasında topraklarını genişletmeye çalışmıştır. Bu durum, özellikle bölgede çıkarları olan Batılı devletleri endişelendirmiş ve tedbir alma yoluna itmiştir. Japonya'nın Batılıların Asya'daki hâkimiyetine son vererek Asyalı halkları kendi şemsiyesi altında birleştirmeye yönelik faaliyetleri, Avrupa Devletleriyle sorun yaşamakta olan Çin, Hindistan gibi ülkelerdeki halk ve Türkiye gibi yakın geçmişinde Batılı Emperyalistlerin saldırılarına maruz kalmış devletlerin kamuoylarınca yakından izlenmiştir.

Her ne kadar son yıllarda Japon Tarihi ile ilgili çalışmalarda bir artış gözlense de, toplumsal hafızanın ve genel kanaatlerin oluşmasında etkili olduğunu düşündüğümüz yazılı basın üzerine şimdiye kadar hiç bir çalışma yapılmamıştır. Hâlbuki devlet görevlileri ya da aydın tabakanın dışında kalan Cumhuriyet dönemi Türk kamuoyunda Japonya bilgisi ve imajının oluşmasındaki en önemli araç, şüphesiz gazetelerdir.

Okuyucular bu çalışmayı bitirdiğinde, modern dönem Doğu Asya uluslararası ilişkiler tarihinin merkezindeki Japonya'nın, ortak toplumsal bilincin oluşmasında en büyük araçlardan birisi olan Türk yazılı basınındaki algısına dair fikir sahibi olabilirler."


Başlığı "2. Dünya Savaşı yolunda Japonya" olan kitap, 1930'lu yıllarda Cumhuriyet gazetesinde çıkan haberlerden derlenerek yaratılmış bir eser. 30'lu yıllarda Uzak Doğu'ya saldırgan dış politikası ile damgasını vuran Japonya, o dönem gazetelerin ilk sayfalarında sıkça kendine yer bulan bir haber olmuştur.

Bir okuyucu olarak benim ilk tepkim, bu tip bir araştırmanın neden tek bir gazetenin baz alınarak yazıldığıydı. O dönemin koşulları üzerinde düşününce, hem Cumhuriyet gazetesinin piyasada devlet destekli hakimiyeti hem de sahip olduğu gazetecilik birikiminin bunda büyük bir rol oynadığını anladım.

16 Kasım 2017 Perşembe

II. Wilhelm!

Miras aldığı koltuğu doldurabilecek kapasitede bir karaktere sahip değildi. Doğuştan sahip olduğu özürlüğü kendisini altından kalkamayacağı adımlar atmaya zorlayınca suçlu ve yetersiz bir imparator olarak tarihe geçti.



21 Ağustos 2017 Pazartesi

Günün kitabı: Mac Arthur / Kastaş Yayınları - Bölüm 2!

"Günün kitabı" başlığı altında yayınladığımız yazılara bugün, üyelerimizden Ahmet beyin Kastaş yayınlarından çıkmış olan "Mac Arthur" kitabı hakkında ki tanıtımının 2. bölümünü ekliyorum.
"Sydney L Mayer’in 2002 yılında Kastaş Yayınlarında çıkan Mac Arthur hakkındaki kitabı, Amerikan tarihinin bu karizmatik ve çok popüler Generali hakkında yazılmış orta hacimli bir eser. 1935 yılında 55 yaşında iken emekli olur ve yeni kurulmakta olan Filipinler Ordusunun başına Mareşal rütbesi ile geçer. Böylece Amerikan tarihindeki tek (Amerikan Ordusunun değil Filipinler Ordusunun Mareşalidir.) yabancı bir ordu tarafından verilmiş olsa da Mareşal unvanı taşıyan General olur. 1941 yılında Japonların Pearl Harbour Baskını sonrası Filipinlere de saldırması ile birlikte Mac Arthur’un kariyerindeki en zorlu süreç başlar. Kitap burada Mac Arthur’un 1935 ile 1941 yılları arasında Filipinler Ordusunu ve Filipinler Adalarının savunulması için gerçekte hiçbir şey yapmadığını idda eder. Mac Arthur’un para sıkıntısının ardına sığındığını belirtir ki bu konunun Grup içerisinde bir alt başlık olarak tartışılması taraftarı olduğumu da ifade edeyim.
1942’de Filipinler Adasından ayrılan Mac Arthur, Güneybatı Pasifik Müttefik Kuvvetleri Baş komutanı olur. Orta, Güney ve Kuzey Pasifik Cephesi ise ABD Donanmasından Amiral Nimitz’e tevdi edilir. Kitap burada Her iki cephe komutanı arasında, Mac Arthur ve Nimitz kastediliyor, rekabet yaratılarak Japonya’ya karşı yürütülen savaşın daha bir erken tarihte sonuçlandırılmak istenmesi gerçeğinin de altını çizer. Yazar, Mac Arthur’un Filipinlerin işgaline kadar, Japonların güçlü olduğu adalar guruplarına saldırılmadan bunların atlanması ve daha zayıf adaların ele geçirilerek hava alanı – donanma üssü inşa ederek atlanan kuvvetli Japon üslerinin kademe kademe imkansızlık içinde bırakılarak tecrit edilmesine yönelik savaş stratejisini haklı buluyor. Filipinlerin işgalini ise verilen büyük can kayıpları ve bu ada gurubunun Japonya’ya olan uzaklığı nedeni ile sadece Mac Arthur’un 1941 yılında bu adaları terk etmesinin onun üzerinde yarattığı yenilmişlik hissini (egosunu diyelim) tatmin için yaptığını idda eder. Burada da grup içinde ikinci bir tartışma konusu açılabilir düşüncesindeyim. Çünkü, Leyte Körfezi ve Filipinler Deniz Savaşları olmazsa Japon İmparatorluk Donanması ve Deniz Hava Gücünün ezilip ezilemeyeceği tartışılabilir kanaatimce.

Kitabın son bölümü 1945’e gelindiğinde Mac Arthur ve diğer sınıflardan General ve Amirallerin giderek tonu artan bir şekilde Washington’’u Japonya’ya karşı yapılacak bir istilanın muazzam insan ve malzeme kaybı ile ancak kazanılabileceği uyarılarının, yeni Başkan Truman’ın Japonya’ya karşı Atom Bombası kullanılması fikrini daha fazla içselleştirmesinde rol oynadığını savlar. Ardından Mac Arthur’un biyografisi, Japonya’da yaptığı Müttefik Kuvvetler Başkomutanlığı görevine ve Kore Savaşındaki Komutanlığına bu savaş esnasında Başkan Truman tarafından görevden alınmasına değinmeden sonlanır.

 Kitabın çevirisine gelirsek, çeviri dili biraz sorunlu. Ayrıca dizgi esnasında bir çok kelime hatalı ve/veya yanlış dizilmiş. Bunlar eksiler. Artı olan ise KASTAŞ Yayınlarının, Ülkemizdeki Savaş Tarihi Disiplinine fedakarca yaptığı ESER Kazandırma katkısıdır ki işte bu PARA ile ölçülemez."
İlgilenen tüm arkadaşlar adına, verdiği emek için kendisine tekrardan teşekkür ediyorum.

18 Ağustos 2017 Cuma

Günün kitabı: Mac Arthur / Kastaş Yayınları

"Günün kitabı" başlığı altında yayınladığımız yazılara bugün, üyelerimizden Ahmet beyin Kastaş yayınlarından çıkmış olan "Mac Arthur" kitabı hakkında ki tanıtımını 2 bölüm halinde ekliyorum.
"Sydney L Mayer’in 2002 yılında Kastaş Yayınlarında çıkan Mac Arthur hakkındaki kitabı, Amerikan tarihinin bu karizmatik ve çok popüler Generali hakkında yazılmış orta hacimli bir eser.
Amerikan Kara Kuvvetlerinde Korgeneral rütbesine kadar görev yapmış olan Babası Arthur Mac Arthur’un gölgesinde kalamayacak kadar karizmatik ve “özgüven” dolu oğlu olan Douglas Mac Arthur 1880 yılında doğdu. 1889’da meşhur West Point’e birincilikle girdi. Burada bir ara vererek Mac Arthur’un öğrencilik yıllarında West Point’i ziyaret eden W.Churchill’in bu okul hakkındaki bir gözlemini de bu satırlara ekleyelim. Kardeşine gönderdiği mektupta Churchill, West Point’te aşırı bir disiplin uygulandığını bu kadar sert bir disiplinin kişiyi ne iyi bir vatandaş ne de iyi bir asker olamayacak kadar ezeceğine inandığını yazmış.1903’te İstihkam sınıfından bir Teğmen olarak Filipinlere gitti. 1905 yılında ise Rus – Japon Savaşını izlemek üzere Babasının Emir Subayı olarak Japonya’ya gitti.
İzninizle yine burada bir ara verelim. 1905 Rus – Japon Savaşına, Alman İmparatorluğu (II.Reich) tarafından gönderilen genç bir subaydan söz edelim. Max Hoffmann. Sir Liddel Hart’ın 1.Dünya Savaşı hakkındaki kitabında Rusya’da gözlemci olarak bulunan Max Hoffmann’ın, Mukden Tren İstasyonunda Çarlık Rusya’nın Generallerinden olan Alexander Samsonov ve Paul von Rennenkampf’ın kavgasına şahitlik ettiğini yazar. 1914 yılında 1.Dünya Savaşının ilk günlerinde Almanlar, Rus 2. Ordusunun ki komutanı A.Samsonov’du, Doğu Prusyada ileri harekata başladığını gördüklerinde Alman Komutan M. Von Prittwitz, Doğu Prusya’yı boşaltma kararı alır. İşte tam da burada Max Hoffmann isimli delişmen Subayımız devreye girer. 1905’te şahit olduğu Samsonov ile Rennenkampf arasındaki kavgadan hareketle Rennenkampf’ın 1.Ordusunun, Samsonov’un 2. Ordusunu desteklemeyeceğini düşünür ve nitekim her iki Çarlık Generalinin harekatlarının da birbirinden kopuk seyrettiğini fark eder. Önce Samsonov ve ordusunun ezilmesini önceleyen bir plan hazırlar. Doğu Prusya’yı bırakmak istemeyen Kayzer mevcut komutan M. Von Prittwitz’i azil ederek yerine Hindenburg – Ludendorff ikilisini atar. Sonuç; Tannenberg ve 1.Mazurya Gölleri zaferleridir.
1908 yılında İstihkam tatbikat okulundan mezun olan D. Mac Arthur aynı yıl Başkan Theodore Roosevelt’in yaverliğine atanır. 1911 – 1913 yılları arasında Amerikan – Meksika Sınır Savaşlarında görev yapar. 1917 yılında ABD’nin 1.Dünya Savaşına katılması ile birlikte Avrupa’ya gönderilen ilk Amerikan Tümenlerinden olan 42. (Gökkuşağı) Tümende Kurmay Albay olarak yer alır. Bu savaşlarda Amerikan, Kızılderili çatışmalarında kullanılan taktikleri kullanarak tahkimli Alman Mevzilerinin aşılmasında önemli bir rol oynar. Tabii bu arada bol da madalya alır ve Tuğgeneral olur.
1.Dünya Savaşı Sonrası, sırası ile West Point Komutanlığı, Filipinlerdeki Manila Bölge Komutanlığı ve 1930 – 1935 yıllarında Amerikan Kara Kuvvetleri Komutanlığı yapar. ABD KKK yaptığı dönemde Büyük Buhranın etkisi altındaki Amerika’da Orduya ayrılacak çok az para olması nedeni ile görev süresi Orduya fon sağlama kavgaları ile geçer. Mac Arthur, elindeki kısıstlı imkanlarla kısa süre sonra modası geçecek silahlara yatırım yapmak yerine, yeni araçlar için pilot modeller yapmaya yöneldi. Böylece Ordu ve Hava Kuvvetleri için yetkin bir çekirdek oluşturur."
İkinci bölümünü en kısa sürede ekleyeceğimi belirterek, verdiği emek için kendisine teşekkür ediyorum.