Öne Çıkan Yayın

Günün sözü: "Fransa'ya, "Liberté, égalité, fraternité", "süvari, piyade, ve topçuluk"'dan daha az rehberlik etmiştir."

"Liberté, égalité, fraternité" özdeyişi dilimize "Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik" olarak çevrilebilir. Bu üçlemenin ne a...

25 Mayıs 2017 Perşembe

Neden Hitler, 1940 Batı Seferinde "Dur!" emri verdi?

2. Dünya Savaşı'nın bitişinden bugüne kadar hâlâ tartışılan konulardan birisi de, 1940 Batı Seferinde, Hitler'in neden Alman zırhlı birliklerine Dünkerk önlerinde durmaları yönünde bir emir verdiğidir.

Kısaca bir hatırlatma yapmak gerekirse, 10 Mayıs 1940 tarihinde, Hollanda, Belçika ve Fransa'yı işgal etmek için Alman orduları saldırıya geçti. Müttefiklerin Belçika sınırında bekleyen Fransız ve BEF (British Expeditionary Force) kuvvetlerinden oluşan orduları, Almanları Belçika ortalarında durdurabilmek amacıyla, aynı gün Belçika içerlerine doğru ilerlerler.

Almanların esas vurucu gücü olan Kleist Zırhlı Grubu o tarihe kadar kimsenin beklemediği bir harekâtla ormanlık ve dağlık Ardenler bölgesinden kimseye ilerlemeden hızla ilerlerler. Belçika içlerine doğru ilerleyen Müttefik ordularını güneyden kuşatırken, 24 Mayıs tarihinde Hitler tarafından bir "Dur!" emri ile Dünkerk önlerinde ilerlemelerine ara verirler.

Dünkerk kenti kuşatılan bölgede, Müttefik kuvvetlerinin, özellikle BEF kısaltması ile anılan
(Britanya  Seferi Kuvveti) İngiliz ordularının tahliye edilebileceği son limandı.

Sözü edilen kuvvetlerse, Hollanda ve Belçika üzerinden gelen Alman piyade birlikleri ile güneyden gelen Alman zırhlı birlikleri arasında sıkışmış bir durumdaydılar. Daha da önemlisi, hem bu kuvvetlerin komuta kademesi hem de Belçika sınırı yakınlarında Fransa'da konuşlandırılmış olan Fransız birliklerinin komuta kademesi şaşkın, şoka uğramış ve bundan dolayı ne yapacağını bilemez bir durumdaydı. BEF'in Arras'da ve De Gaulle'in Montcorney'de gerçekleştirdiği karşı saldırılar yetersiz birliklerle ve koordinasyonsuz gerçekleştirildiğinden başarısız olmuşlardı. Diğer bir deyişle, Belçika topraklarında ki Müttefik orduları çaresiz bir durumdaydılar.

İşte bu koşullarda, Hitler'in verdiği "Dur!" emri, önleri açık olan Alman zırhlı birliklerinin 3 gün oldukları yerde saymalarına neden olmuş, bu geçen sürede de söz konusu Müttefik birlikleri, Dünkerk limanı etrafında sağlam bir savunma hattı kurabilmişlerdir. 27 Mayıs tarihinden itibaren tekrardan saldırıya geçen Almanlar doğal olarak bu yeni ve sağlam savunma düzeni karşısında zorlanmışlardır. Çatışmalar devam ederken, Kraliyet donanması ile sivil İngiliz tekneleri 4 Haziran tarihine kadar, yaklaşık olarak 340.000 askeri (115.000 tanesi Fransız olmak üzere) İngiltere'ye tahliye edebilmişlerdir.


Görüldüğü gibi, Avrupa anakarasına gönderilen İngiliz Ordusunun neredeyse tümü kurtulmuştur. Bunun 2. Dünya Savaşı'nın gidişatına orta ve uzun vadede ne gibi olası etkileri olduğu günümüzde bile tartışılmaktadır. Benim bugün durmak istediğim nokta, Hitler'i böyle bir karar vermeye iten nedenler neydi?

Herşeyden önce, Meuse nehrinin çok az kayıpla ve hızlı bir biçimde geçilmesi, bu beklenmedik rahat geçiş sonucunda Müttefiklerin beklenen sayıda ve kapasitede karşı saldırılar denememiş olması sadece Hitler'i değil, tüm üst düzey komuta kademesini rahatsız etmekteydi. B Ordular Grubu komutanı olan Rundstedt, Fransa'da konuşlandırılmış olan Fransız kuvvetlerine komuta eden general Gamelin'i oldukça iyi tanıyordu. Onun ilerleyen Alman zırhlı kuvvetlerine güneyden güçlü bir karşı saldırıya geçeceğini düşünmekteydi. Bundan dolayı, zırhlı kuvvetlerin durup, hızları yüzünden çok geride piyade birliklerini beklemeleri gerektiğini düşünüyordu.

Cepheye daha yakın olan ve üst düzeyde komutanlar arasında bir stratejik otorite olarak kabul edilen Rundstedt'in bu endişesi, Hitler'i çok etkiler. Bunun sonucu olarak, Hitler ünlü "Dur!" emrini verir.

Hitler, ikinci bir neden olarak, Flandr bölgesinde yer alan bataklık tarzı topografyayı göstermiştir.Bu arazi koşullarında çok sayıda zırhlı araç kaybetmekten korktuğunu söylemiştir. Üçüncü neden, yine, zırhlı birliklerin kayıpları ile bağlantılıdır.

Hitler, "Case Red" (Plan Kırmızı) olarak kodlandırılan 1940 Batı Seferinin ikinci bölümü için, elinde yeterli sayıda zırhlı birlik kalmasını istiyordu. Plan Sarı'nın devamı olarak hazırlanan plan, Belçika'da ki Müttefik kuvvetlerin imhasından sonra, Fransa'nın geri kalanını yine zırhlı birliklerin öncülüğünde işgal etmeyi içeriyordu. Fransa'da konuşlandırılmış olan 3 zırhlı tümenin varlığı, Hitler'i seferin başından beri gerek mekanik gerekse savaş koşulları nedeniyle yıpranmış olan zırhlı birliklerini korumaya almaya itmiştir.


Bu askeri nedenler dışında, Hitler'in politik strateji konusunda ki yaklaşımlarını da göz önünde tutmamız gerekir. Uğradıkları kayıplar ve Fransa'nın yenilmesi sonrasında, İngiltere'nin barış isteyeceğine dair inancı da Hitler'in son nedenidir.

Görüldüğü gibi, çok basit bir emrin verilişi konusunda bile birden fazla kişi ve durum rol oynamıştır. Bundan dolayı, üzerinden 77 yıl geçmesine rağmen bu konu hala gündeme gelir. Şunu da eklemek isterim ki, Hitler gibi, psikolojisi bozuk bir diktatörün kafasından neler geçtiğini kimse bilemez.

22 Mayıs 2017 Pazartesi

Günün belgeseli: Alman "ZDF-İnfo" kanalında yayınlanan "SS-Tarihsel bir uyarı" isimli belgeselin dördüncü bölümü!

Alman "ZDF-İnfo" kanalında yayınlanan "SS-Tarihsel bir uyarı" başlıklı 6 bölümlük ve ilk defa 2002 yılında yayınlanan belgeselin dördüncü bölümünü ekliyorum.

Hazırlayıcısı, Guido Knopp isimli 1980'lerden itibaren devlet kanalı olan ZDF için çalışan bir tarihçi-gazetecidir. Öncesinde "Frankfurter Allgemeine Zeitung" ve "Welt am Sonntag" gazetelerinde (ortanın sağı olarak nitelendirebileceğimiz) çalışmıştır. Devletten aldığı destekle özellikle Nasyonal Sosyalizm tarihi üzerinde uzmanlaşmış çok üretici bir yazardır.


Kitapları ve bunlardan üretilen belgeselleri çok geniş kaynaklara dayanır ve anlatımı/sunumu akıcı ve kolay anlaşılır bir tarza sahiptir. Diğer bir deyişle, Almanya'da popüler tarih yaratıcıları arasında en ön sıralarda yer alır. Belgesellerinde ki sorun, her ne kadar bir kaç bölümden oluşsa da, neredeyse 30 yıla yakın bir dönemi anlatırken doğal olarak oluşan bilgi patlaması ve dönemsel atlamalardır. Bir nevi bilgilerin kısıtlı zaman dilimine sıkıştırılması sonucu oluşan bir bombardıman ve bunun sonucu seyirci de kopmalar yaşanır. Bundan dolayı, kitaplarını okumak daha verimlidir.

6 bölümlük bir belgeselden geniş alıntılar yapmak tabii ki mümkün olmadığından buraya "youtube"'da bulduğum İngilizce versiyonun linkini ekliyorum.


SS / Guido Knopp / İngilizce / Bölüm 4

Belgeseli takip edenler, Knopp'un konuya ağırlıklı olarak sosyal, ekonomik ve politik açılardan yaklaştığını göreceklerdir. Waffen-SS'i ön plana çıkardığı ve bu birliklerin savaş alanında ki performanslarını incelediği kısımlar çok azdır.

"Devlet kanalı" olan ZDF için çalıştığı gerçeğini hiç bir zaman unutmayalım. "Resmi kaynaklara" dayalı bir popüler tarihçilik yapmak zorunda kalmış, "Holocaust", savaş öncesi uluslararası politika, 2 savaş arası dönemde ki ideolojik çatışmanın Avrupa siyasetine ve Alman iç politikasına etkileri, 1. Dünya Savaşı'nın mirası gibi konulara belirli bakış açılarından yaklaşmıştır. Yine de çok verimli ve seyretmesi/okuması her zaman öğretici bir tarihçi/gazetecidir. 


Dilimize 2 kitabı tercüme edilmiştir. Daha önce tanıtmıştım. Her iki kitabın tercümesi güzeldir. Fiyatları uygundur. Baskı kalitesi ülkemiz koşullarındadır.


Diğer bölümlere bu linkden ulaşabilirsiniz:
https://savasvetarih.blogspot.de/search/label/Guido%20Knopp


19 Mayıs 2017 Cuma

19 Mayıs Atatürk'ü anma, Gençlik ve Spor Bayramı kutlu olsun!


ATAM'ızı anar, onun kurduğu Cumhuriyet'i teslim ettiği gençlere (ve hepimize!) "İyi Bayramlar" dilerim.

16 Mayıs 2017 Salı

1940 Batı Seferinde ki "Dur!" emirlerinden ilki!

İngiliz tarihçi Sir İan Kershaw'a göre, 1940 Mayıs Batı seferinde, Hitler'in verdiği "Dur!" emri, sadece İngiliz ordusunu değil, Winston Churchil'in politik kariyerini de kurtarmış. Sör'e göre, (Adamın ünvanını yazmazsak, ayıp olur!) eğer, BEF (British Expeditionary Force / Britanya Seferi Kuvveti) imha edilmiş olsaydı, çok büyük ihtimalle, Churchill görevden alınacaktı.
Yani, Hitler, hem İngiliz ordusunu, hem de en büyük düşmanlarından birisini kurtarmış. (Baş düşmanını değil!)
İan Kershaw'dan bu alıntıyı yaptıktan sonra, konuyu biraz daha ayrıntılı bir biçimde ele alalım.
Her şeyden önce, 1940 Batı Seferinde bir değil, iki (Hatta, bazı kaynaklara göre, daha fazla!) "Dur!" emri var.


Bunlardan ilki, Guderian komutasında ki 19. kolordunun Meuse nehrinin geçişidir. Harekât öncesi yapılan planlarda, nehir geçildikten sonra, Manş Kanalına varıncaya kadar zırhlı birliklerin durmadan ilerlemesi öngörülmüştü. (Liddel Hardt'ın kitabından, Guderian'ın sözleri!) Ancak, Müttefik kuvvetler gibi, Alman üst düzey komuta kademesi de, Meuse nehrinin bu kadar hızlı ve az kayıpla geçilmesini şüpheyle karşılamaktaydılar. Bunun yanında, nehri geçen birliklerin, onları yeniden nehre dökmeyi amaçlayan bir karşı-saldırı ile karşılaşmamış olması daha da hayret vericiydi. Özellikle, B Ordular Grubu komutanı olan Rundstedt, rakibi Fransız generali Gamelin'in, en azından, Manş Kanalı'na ilerlemeye başlayan Guderian komutasında ki zırhlı birliklere güneyden bir karşı saldırı düzenleyeceğini düşünüyordu.


Alman Genel Karargahı'nda, Hitler ile birlikte harekâtı takip eden Kara Kuvvetleri Başkomutanı Brauchitsch ile Genelkurmay Başkanı Halder, "eski nesil" üyesi komutanlar olarak, zaten zırhlı birliklerin, geriden gelen piyade birliklerini beklemeden bu kadar hızlı biçimde düşman hatlarının içine doğru ilerlemesinden büyük bir rahatsızlık duymaktaydılar. Üst düzeyde bu kadar çok endişe duyan generalin Hitler'i etkilememesi imkansızdı. Bunun sonucu olarak, Hitler Meuse nehrini aşan Guderian'a ilk "Dur!" emrini vermiştir.


Deliye dönen Guderian, Zırhlı Grup Komutanlığına giderek üstü general Kleist'la tartışmış, bir sonuç alamayınca görevden alınmasını istemiştir. Bir gün sonra, B Ordular Grubu Komutanlığından gelen 12. Ordu komutanı general List, Guderian'ı tekrar görevine iade etmiş ve kendisini, ('reconnaissance in force') "kuvvetli bir keşif gücüne" komutasına vermiştir. Guderian, bu "keşif" görevinin, o güne kadar olan anlam ve kapsamını genişleterek, 2 gün boyunca durmadan Manş Kanalı'na doğru ilerlemeye devam etmiştir. Bu keşif, Rommel'in komuta ettiği 7. Zırhlı Tümen, Arras'da BEF (British Expedition Force) karşı saldırına uğrayınca durmuş, daha doğrusu, bunun sonucunda verilen ikinci "Dur!" emri ile kesinlikle durdurulmuştur.
İlginizi çekebilecek diğer yazılar:
1940 Batı seferi

13 Mayıs 2017 Cumartesi

Majino Hattı 2!

1940 Batı seferi analizimize devam ediyoruz. Dün "Neden Müttefikler, özellikle Fransızlar bu kadar savunma ağırlıklı bir strateji izlediler?" sorusu bağlamında incelenmesi gereken en önemli öğelerden birisi olan, savaş öncesinde inşa edilen "Majino Hattı"'nı mercek altına almıştık. Bugün yazının ikinci kısmına yer verelim.
Küçük bir hatırlatma yapalım:


Sorulması gereken ilk ve can alıcı soru şu: Majino Hattı’nın amacı neydi?
Fransa’da sadece, askerler değil yıllanmış politikacılarda, Almanlar’ın intikam duygusu ile bir gün mutlaka yeniden saldırıya geçeceğini düşünüyorlardı. Hem, Fransız topraklarının tekrardan bir işgale uğramasını, hem de uzun süreli çatışmalar sonucunda tahrip olmasını engellemek için, “savaşı ülke sınırlarının dışında tutacak, ya da en azından sınırlarda karşılayacak, bir savunma sistemi” hazırlama düşüncesi, bir çok nedenden dolayı giderek popüler olmaya başladı. 1. Dünya Savaşı’nda bizzat cephede görev yapmış olan ve bu gerçeğin bilincinde olan bir çok düşük rütbeli subay, 1920’lerin ortasından itibaren, gelecek olan bir sonraki savaş için hazırlanmaya başladılar.


1920 yılında,mareşal Joffre, daha savaşın bitiminden 2 yıl gibi kısa bir süre sonra, Manş denizinden Alp dağlarına kadar uzanan güçlendirilmiş sığınaklardan oluşan bir savunma hattının kurulmasını öneren bir proje sundu. Birbirine yakın stratejik noktalara konumlandırılmış bu sığınaklarda, askeri birlikler hem ateş güçlerini, saldıran düşmana karşı koordine edebilecekler, hem de uygun zaman ve yerde karşı saldırılar düzenleyebileceklerdi. Özünde, savunma güvenliğini sağlayarak, saldırı ağırlıklı bir plandı.
Mareşalin projesi, “Verdün arslanı” olarak bilinen, mareşal Petain’în sunduğu proje karşısında, masadan kaldırıldı. Petain, Joffre’nin öngördüğü birbirinden ayrı güçlendirilmiş sığınaklar yerine, birbirine tünellerle bağlı kesintisiz bir müstahkem mevzi kurulmasını savunuyordu.
Uzun vadeli ana askeri strateji planlarında, tüm bu unsurları göz önüne alan Genelkurmay ve Savunma Bakanlığı, kurulacak olan bu tip bir savunma hattının, az sayıda askerle savunulacağını hesaplamıştı. Bu sayede, “elde kalan” diğer askerlerle kurulan birliklerle, farklı sınırlarda, farklı operatif saldırılar gerçekleştirilebileceği planlanıyordu.
Belirli dönemlerde, silah teknolojisinde ki gelişmeler ve kullanılan muharebe taktiklerine bağımlı olarak, ön plana çıkan savunma stratejileri vardır. Ülkeler, coğrafyalarına ve sahip oldukları, sosyo-ekonomik unsurlara bağlı olarak belirli ölçülerde, diğer bir deyişle, “moda olan” bu “yeni” stratejileri uygulamaya çalışırlar. Şunu asla unutmamak lazım ki, 1. Dünya Savaşı’nın yarattığı büyük insan kaybı ve getirdiği maddi ve manevi yıkımların tekrarını engellemek için, bir çok ülke, bu tip “birbirine bağlı, güçlendirilmiş müstahkem mevzilerden oluşan bir savunma hattı” kurma girişiminde bulunmuştur.

1930’ların ikinci yarısında, Almanya, Fransa sınırı boyunca, “Westwall” (Batı duvarı) inşa etmeye başlamış, 2. Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında bu projeyi durdurmuştur. (Westwall’in inşa nedenleri arasında, ilk sırada, doğuda Polonya’ya saldıran bir Almanya’ya saldıran Fransa’nın durdurulması yatmaktadır!) 1944 yılından itibaren, Westwall, beklenen müttefik çıkarması nedeniyle, 1. DS. sonunda inşa edilmeye başlanan Siegfried hattı ile birleştirilmeye başlanmıştır.
Majino hattı, 1945 yılında, geri çekilen Alman orduları tarafından kısa bir süre, Müttefiklere karşı kullanılmak üzere hazırlanmıştır.
Bunker, vb. askeri terimlerle tanımlanan bu tip yapıların hepsinin inşasında güçlendirilmiş beton, demir, çimento, gibi malzemeler kullanılmakta ve mimarileri kullanım amaçları nedeniyle birbirine çok benzemektedir.
Temelde, “büyük korugan” ve “küçük korugan” şeklinde ikili bir ayırım vardır. İsminden de tahmin edilebileceği gibi, “büyük koruganlara” ağır ve orta kalibreli top ve toplar yerleştirilirken, “küçük koruganlara” makineli tüfek ve havan benzeri küçük kalibreli ve az yer kaplayan silahlarla donatılırdı.
“Büyük koruganlar”, birbirinden bağımsız ve patlamaya dayanıklı, 2 ayrı bölümden oluşurdu. Böylelikle, düşman askerleri ,bir bölümü işgal ederler veya imha ederlerse, diğeri savaşmaya devam edebilirdi.
Her ne kadar, hangi korugan tipinde, hangi çeşit ve kalibre silah bulunacağı “askeri talimatnamelerde” yazılıysa da, istihkâmcılar ve korugan personeli, koruganın savunmakla yükümlü olduğu arazi koşullarına uygun olarak gerekli gördükleri değişiklikleri yaparlardı. Her koruganın, belirli bir cephane ve erzak yedeği vardı. Böylelikle, her bir korugan kısa bir süre içinde olsa, bir nevi küçük karakol görevini üstlenebilirdi.
Majino hattında ki, küçük koruganların duvar ve tavanları 8,25 feet kalınlığındayken, büyükler 12 feet kalınlığındaydı. Yapılan hesaplamalara göre, 450 mm.'lik demiryolu toplarının mermilerine bile dayanabilecekleri hesaplanmıştı ve savaş onları haklı çıkardı.
O günün teknolojisi ve inşa edildiği coğrafi boyutları göz önüne alındığında, Majino hattı mimari açıdan devasa bir projedir. 2. Dünya Savaşı sonrası döneme damgasını vurmuş. Diğer bir çok ülkenin, Almanya, S.S.C.B., Çekoslovakya, Yunanistan, Türkiye (Çakmak hattı) benzeri savunma sistemleri kurmasına ön ayak olmuştur.
Peki, bu kadar para, emek, malzeme ve zaman harcanarak yaratılan bu savunma hattı, neden Fransa'nın 6 hafta içerisinde yenilmesine engel olamadı? Bu soruya cevap vermek için başka bir yazı gerekir.

10 Mayıs 2017 Çarşamba

Majino Hattı 1!

1940 Batı seferini analiz etmeye devam edelim. Bir önceki yazımızda, "Neden Müttefikler, özellikle Fransızlar bu kadar savunma ağırlıklı bir strateji izlediler?" sorusunu cevaplandırmaya çalışmıştık. Bu soru bağlamında incelenmesi gereken en önemli öğelerden birisi, savaş öncesinde inşa edilen "Majino Hattı"'dır.
1. Dünya Savaşı’na katılan çoğu üst düzey komutan, Müttefik Orduları Başkomutanı Ferdinand Foch’un ünlü sözüne katılmaktaydı. “Versay antlaşması ile sağlanan bir barış değil, sadece, 20 yıllık bir ateşkes idi.” Tarih gösterdi ki, General Foch’un öngörüsü, sadece 1 yıl gibi, çok küçük bir yanılgı payı ile gerçekleşti. (Versay anlaşması Kasım 1918’de imzalanırken, 2. Dünya Savaşı 01 Eylül 1939 tarihinde başladı.)


Sorulması gereken ilk ve can alıcı soru şu: Majino Hattı’nın amacı neydi?
Fransa’da sadece, askerler değil yıllanmış politikacılarda, Almanlar’ın intikam duygusu ile bir gün mutlaka yeniden saldırıya geçeceğini düşünüyorlardı. Hem, Fransız topraklarının tekrardan bir işgale uğramasını, hem de uzun süreli çatışmalar sonucunda tahrip olmasını engellemek için, “savaşı ülke sınırlarının dışında tutacak, ya da en azından sınırlarda karşılayacak, bir savunma sistemi” hazırlama düşüncesi, bir çok nedenden dolayı giderek popüler olmaya başladı. 1. Dünya Savaşı’nda bizzat cephede görev yapmış olan ve bu gerçeğin bilincinde olan bir çok düşük rütbeli subay, 1920’lerin ortasından itibaren, gelecek olan bir sonraki savaş için hazırlanmaya başladılar.
Majino hattını inşa edenlerin ilk amacı da, doğal olarak, Fransa’yı Almanya’dan gelecek saldırılardan korumaktı. Ancak, askeri strateji açısından ikinci bir fonksiyonu daha vardı ki, o da, Fransız ordusunun geri kalan birliklerine, ülkenin diğer sınırlarında (doğal olarak, Belçika!) taarruza geçebilecek hareket serbestliği sağlamaktı. Diğer bir deyişle, Almanya/Fransa sınırının güvende olduğu düşüncesiyle, Fransız genelkurmayı, elinde ki diğer birliklerle, saldırı amaçlı her türlü operasyonel harekâtı düzenleyebilecekti.


Gerek planlama, gerekse inşaat aşamasında, temel düşünce, çok sağlam ve güçlü silahlarla donanmış bir savunma sistemi yaratmaktı. Böylelikle, hem, mümkün olan en az sayıda asker ile savunulması sağlanacak, hem de bu savunma boyunca verilen kayıplar minimum düzeyde kalacaktı.
Majino hattı gibi, devasa bir savunma sistemini Fransa gibi büyük bir ülkeye kurdurtan ana neden, Almanya’dan gelecek saldırılardan korunmaktan önce, Fransa’nın bu olası saldırılara uzun süre göğüs gerecek insan gücüne sahip olmaması idi. 1. Dünya Savaşı’nda verilen erkek kayıpları sonrasında, Fransız nüfusunun artış hızı sürekli olarak, Almanya’nın gerisinde kalmıştı. Bunun etkileri, tüm sosyal ve ekonomik alanlarda, kendisini belli ediyordu. Orduda ki, asker sayısının, belli bir sınırı aşamaması, ülkenin, savunma güvenliğini, sürekli olarak, tehdit altında bırakıyordu. Ayrıca, ilerleyen yıllarla, askere alınacak olan ihtiyatların yaş ortalaması da durmadan yükselmekteydi. Bu, hem olası bir savaşta, ordunun muharebe alanlarında göstereceği direnci düşürmekte, hem de seferberlik süresinin uzamasına neden olmaktaydı. Ayrıca, ihtiyatların büyük bir kısmının, iş hayatlarının en verimli devirlerinde, askere çağırılmaları, cephe gerisinde ki, sivil üretime büyük bir darbe vuracaktı. Topyekun savaşta, bunun cepheye yansıyan etkileri, orta vadede bile felaket boyutlarına varabilirdi.
Fransa’nın nüfusu 40 milyon iken, Almanya 70 milyon insana sahipti. 1. Dünya Savaşı’nda Fransa askerlik yaşına gelen nüfusunun %10’unu kaybetti. (25-30 yaş arası nüfusun %29’unu) Romanya’dan sonra, bu tip bir demografik felaketi yaşayan 2. ülke idi. “Force multiplier” adı verilen bir “Güç arttırıcı” öğeye ihtiyaç duyan Fransa, bu konuda projeler üretilmesini istedi. Yapılan araştırmalar sonunda, 3 proje ön plana çıktı.


1-Majinot hattı,
2- De Gaulle tarafından sunulan “küçük ama vurucu gücü yüksek” zırhlı birliklerden oluşan bir ordu,
3-Stratejik noktalara kurulan, çok sağlam inşa edilmiş ve güçlü silahlara sahip kalelerden oluşan bir savunma ağı.
Fransa, sanayi üretimi açısından kendisinden her zaman üstün olan Almanya’dan, Ren bölgesini, Versay antlaşması ile alarak, bu üstünlüğe bir son verdiğini düşünmüştür. Ancak, kısa vadede, bunun sonucu, Almanya’nın savaş sonrası içine düştüğü ekonomik bunalımı daha da arttırarak, Almanların Fransızlara duyduğu nefreti arttırmak ve Hitler’in egemenliğinde, Nazilerin iktidara gelmesini sağlamak olmuştur. Uzun vadede ise, zaten, Nazi Almanya’sının, Ren bölgesini yeniden işgalini engelleyememiştir. (1935)
Askeri strateji açısından, Fransa’nın Ren bölgesini “Alman hakimiyetinden arındırılmış” bir bölge olarak tutmak istemesinin nedeni, olası bir savaşta, Alman saldırılarını, bu bölgede karşılamak istemesidir. Böylelikle, savaşın getirdiği yıkım, Alman topraklarında kalacaktı.
Ancak, ilerleyen yıllarda, gerek İngiltere gerekse A.B.D.’nin, Nazi Almanya’sına karşı izledikleri pasif politika nedeniyle giderek yalnızlaşan Fransa, saldırgan bir ezeli komşuyu en azından, sınırda durdurabilmek amacıyla, Majino Hattını inşa etmeye başladı.

7 Mayıs 2017 Pazar

1940 Batı Seferi'nde Fransız Hava Kuvvetleri!

1940 Batı Seferini gözden geçirirken, her iki tarafın Kara Kuvvetlerini, en azından tanklarını karşılaştırdık. Savaşa damgasını vuran Alman askeri doktrini "Blitzkrieg"'in diğer hayati silahı olan uçaklara değinmezsek, bu değerlendirme eksik kalır.

Fransa'nın Almanya'ya savaş ilan ettiği 3 Eylül 1940 tarihinde, Hava Kuvvetlerinin (Armée l'Air) elinde kaç tane uçak olduğu sorusuna cevap vermek istediğimizde farklı rakamlarla karşılaşıyoruz.

Yeni neslin, vazgeçilmez başvuru kaynağı, "wikipedia"'ya göre, Fransız Hava Kuvvetleri 2400 avcı uçağı, 1160 Bombardıman uçağı ve 1464 adet keşif uçağına sahip. 

Alexander ve Malcolm Swanston'un birlikte yazdıkları "Büyük Hava Muharebeleri" başlıklı kitaba göre, eski/yeni tüm modeller sayıldığında, 780 adet uçak var.

İngiliz tarihçi John Pimlott, "Die Luftwaffe" isimli kitabında yaklaşık olarak 2.500 adet uçaktan bahsediliyor. Bunların yarıya yakını modern, geriye kalanı eskimiş modeldi.

Pimlott fazla ayrıntıya girmezken, Swanston'lar, daha geniş kapsamlı bir liste yapmışlar. 225 adet Morane-Saulnier ve 100 adet Curtiss Hawk75A tipi avcı uçakları, 155 adet eski tip Bloch ve Amiot yanında, sadece 5 adet Olivier 451 tipi modern bombardıman uçağı ve 59 adet keşif uçağını içeren bir listeye yer verir.

Pilot sayısı 1.000 civarindayken, en büyük handikapları İspanya İç Savaşı'nda ve 01 Eylül 1939 tarihinden itibaren Polonya, Danimarka ve Norveç işgallerinde tecrübe edinmiş Luftwaffe pilotları karşısında ki savaş tecrübesi eksikliğiydi.

En yaygın avcı uçağı olan Morane-Saulnier tipinden 500 adet üretilmişti. Bu uçak o dönem için hem yavaş hem de yetersiz ateş gücüne sahipti.


Fransız savaş endüstrisinin yeterli sayıda savaş uçağı üretebilmek için ihtiyaç duyduğu süre içerisinde Hava Kuvvetlerine destek sağlamak için A.B.D.'den 75 adet Curtiss Hawk uçağı alındı. Bu uçak, Fransız modellerine göre daha sağlam bir uçak olmasına rağmen, o da hız ve ateş gücü bakımından yetersizdi.


Adolf Galland anılarında, Belçika ve Fransa Hava Kuvvetlerinde ki uçakların çoğunun eski ve yetersiz modeller olduğunu yazarken, verdiği isimler, Morane, Bloch ve Potez tipleridir. "Me 109 E tipi uçaklarımı teknik açıdan daha iyilerdi. Savaş taktiklerimiz ve daha önce ki savaşlarda edindiğimiz tecrübelerde diğer avantajlarımızdı." der.

Uzmanlar yeni nesil bir uçağa ihtiyaç olduğunu biliyorlardı ve giderek artan savaş tehditi karşısında, Bloch avcı uçağı üretimine başlandı. Sağlam, hızlı ve yüksek ateş gücüne sahip bu yeni uçak Fransız Hava Kuvvetlerinin ihtiyaç duyduğu uçaktı.

Ancak, 10 Mayıs 1940 tarihinde, Luftwaffe'nin baskını sonucunda Hava Kuvvetlerinin çok sayıda uçağı havaalanlarında pistlerde beklerken imha edildi. Morane karşısında teknik açıdan üstün olan Messerschmidt böylelikle daha savaşın başında sayısal üstünlüğü de ele geçirdi. Fransız kaynaklarına göre, 1940 Batı Seferinde, Fransız Hava Kuvvetleri ellerinde ki tüm Morane avcı uçaklarını kaybetmiştir. (387 adeti it dalaşında veya yerde iken tahrip edilirken, 187 düşman uçağı tahrip edildiği iddia edilir.)


Alexander ve Malcolm Swanston'un "Büyük Hava Muharebeleri" başlıklı kitabında, Armée l'Air ve Aéronavale (Donanma Hava Kuvvetleri) Fransızların toplam kaybını 892 uçak olarak belirtir. Bu kayıpların üçte biri daha havalanmaya fırsat bile bulamadan havaalanlarında gerçekleşmiştir.
Kaybedilen pilot sayısının 200 kadar olduğu tahmin edilirken, bunların %40'ına yakınının avcı uçağı pilotu olduğu ileri sürülür.

auf einen Stellungskrieg konzentrierte Verteidigungsdoktrin deutsche Luftrüstung ab 1935 führte zu Modernisierungsversuchen geç ve az sayıda Buna en güzel örnek, Dewoitine D 520 avcı uçağı. Me Bf109'a kıyasla motor gücü bakımından zayıf olsa da manevra kabiliyeti ve yükselme-alçalma anlarında ki performansının daha iyi olduğunu Alman pilotlar bile anılarında anlatırlar. Ancak, Fransa teslim olana kadar ancak yaklaşık 300 adeti savaşa hazır hale getirilebilmiştir. Bu rakamda yetersiz kalmıştır. (Jochen Prien'ın kitapları!)

Tüm bu farklı rakamlar ve teknik bilgilerden sonra, sefer boyunca, Hava Kuvvetleri Komutanlığının stratejisine değinelim.

Fransızların düştüğü en büyük hatalardan birisi, 4 ayrı bölgeye ayrılmış olan Fransa Hava sahasında konuşlandırılmış olan uçak filolarının koordinasyonu için merkezi bir komuta sisteminin oluşturulmamasıydı. Her bölgede ki komutan uçakları nerede ve nasıl kullanacakları hakkında kendi inisiyatiflerini kullanmaktaydı.

Çoğu, komuta ettikleri filoları sadece kendi bölgelerinde kullanıldılar. Daha da ilginci, bir çoğuna ne ana karargahtan ne de cephedeki birliklerden hava desteği talebi gelmemesidir. Örneğin, İsviçre sınırında bölgeyi savunmakla görevlendirilen birlikler ancak son bir kaç hafta içerisinde kendi bölgelerine doğru yönelen Alman birliklerine karşı savunmaya geçmişlerdir.

Fransızların, özellikle savaş başında yaptıkları diğer önemli bir hata olarak, bombardıman uçaklarını kullanmada ki "çekingenlikleri" gösterilir. Bunun nedeni, Luftwaffe'nin düzenleyebileceği intikam amaçlı ağır karşı saldırılardır. Bu çekingenliğin bedelini, bilhassa RAF bombardıman filosu ilk 2 hafta içerisinde, büyük kayıplar vererek ödemiştir.

Özellikle, seferin dönüm noktası olan kabul edilen ve 3 gün devam eden Meuse nehrinin geçişinde Fransız Hava Kuvvetleri neredeyse hiç bir rol oynamamıştır. Evet, 3 gün boyunca, havada neredeyse tek bir tane Fransız uçağı görülmemiştir. İş işten geçtikten sonra, yani Alman istihkâmcılar ponton köprüleri kurduktan sonra, RAF ile birlikte bu köprüleri imha etmek için saldırılar düzenlenmiş, fakat ağır kayıplar verilmiştir.  

Hava Kuvvetlerine pilot alımı ve yetiştirilmesi konusunda da Fransa ekonomik ve politik nedenlerden dolayı geç kalmıştır. Bunun sonucunda, savaş başladığında planlanan 210 uçak filosundan ancak, 119 adedi uçuşa hazırdı. Bunun sağlanabilmesi de, aslında askerden muafiyet sınırını doldurmuş 40 yaş üstü bir çok pilot olmasıyla mümkün olmuştur.

Kayıplar:
Tüm bu olumsuzluklara ve hatalara rağmen, bazı Fransız kaynaklara göre, 6 haftalık savaşta 900 Alman uçağı düşürülmüştür.

İngiliz tarihçi John Pimlott, "Die Luftwaffe" isimli kitabında Almanların kaybını 1.428 uçak olarak verir.

Polonyalı askeri tarihçi Janusz Piekalkiewicz'e göre bu sayı 935 adette kalır. Piekalkiewicz'e göre, bu kayıplar, İngiltere Hava Savaşı'nın başlayışını 6 hafta geciktirecek kadar ağırdır. 

Adolf Galland ise anılarında, Albert Kesserling'in sefer sonrasında, Luftwaffe'nin savaş gücünün %70 azaldığını söylediğini, yazar.

Bence, çoğu kişi tarafından bilinmeyen, fakat o kadar da önemli olan diğer bir bilgi, savaş sonrasında kurulan bir Alman-Fransız komisyonu tarafından yapılan sayımda, Fransa'nın işgale uğramamış olan bölgelerinde, savaşa hazır 4268 adet uçak olduğu saptanmıştır.

Diğer bir deyişle savaş sonunda Fransız Hava Kuvvetlerinin elinde ki uçak sayısı savaş başında ki miktara eşitti. Buna ek olarak, Kuzey Afrika'da ki kolonilerde ayrıca 1800 adet uçağın daha varlığı saptanmıştır.

3 Mayıs 2017 Çarşamba

“Bugünü anlamak için, #tarih“ dergisinin, 36. sayısı (Mayıs 2017)!

Her ayın, olmazsa olmaz, süreli yayını, “Bugünü anlamak için, #tarih“ dergisinin, 36. sayısı (Mayıs 2017) çıktı.



Bu sayının kapak konusu “Bir millet gibi kardeşcesine: Meşrutiyet'ten bu yana Türkiye'yi sevinçte ve kederde birleştiren hadiseler" başlığıyla, bizi bir millet yapan unsurlara ayrılmış.

Öne çıkan alt başlıklar arasında, "IV. Mustafa: 14 aylık padişahlık, yıkım, kaos, perişanlık", Çizgilere yansıyan Yassıada duruşmaları: Münif Fehim'in orijinal çizimleri" ve "Jane Austen: edebiyat dünyasının en popüler kadın yazarı" konuları yer alıyor.


"Edito“ başlığı altında, editör Gürsel Göncü’nün yazısı, „interaktif“ kısmında, okuyuculardan gelen, e-postalar, fotoğraflar, soru ve cevaplar, Kasım ayında, gün ve gün, Dünya tarihinden seçmeler, bilmece ve çoktan seçmeli 10 soru, ajanda, gastro tarihi, kurmaca, hafıza-ı beşer, gezgin göz, isimli bir çok bölüm daha, farklı konularla okunmayı bekliyor.
Bu ayki sayfa sayısı 116 olan derginin, satış fiyatı 15.- TL.
Her ay olduğu gibi, yine “dolu dolu“ bir dergi okunmayı bekliyor.

Ilginizi çekebilecek diğer yazılar:



1 Mayıs 2017 Pazartesi

Emek Bayramı'mız kutlu olsun!

Tüm çalışan ve çalıştıktan sonra emekli olmuş arkadaşlarımızın "Emek Bayramı" kutlu olsun!