Öne Çıkan Yayın

Günün sözü: "Fransa'ya, "Liberté, égalité, fraternité", "süvari, piyade, ve topçuluk"'dan daha az rehberlik etmiştir."

"Liberté, égalité, fraternité" özdeyişi dilimize "Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik" olarak çevrilebilir. Bu üçlemenin ne a...

28 Haziran 2015 Pazar

1940 Fransa seferi, "Plan Gelb" / "Case yellow" / "Plan Sarı" - haritaları!

1940 Fransa seferinden bahsederken, harita üzerinde planı göstermemek olmaz.

Planın birden fazla versiyonu olduğundan dolayı, bir takım seçimler yapmam gerekti. Amerikan ordusu arşivlerinde, OKH "Oberkommando des Heeres" (Kara Kuvvetleri Başkomutanlığı) orijinal planlarına ulaşabiliyorsunuz.

Aşağıda planın ilk halini görüyoruz: 19 Ekim 1939 tarihinde hazırlanan ilk sunumda, B ordular grubunun ana hedefi Hollanda'yı işgal etmek. B ordular grubu 2. ordu ve 6. ordudan oluşuyor. Bu iki ordu da kendi içinde alt birimlere ayrılmış.

B ordular grubunun, bir parçası olan 2. ordunun güney kolu, Hollanda içinde, Antwerp limanına doğru ilerleyecek. Antwerp'i aldıktan sonra, kuzeyden Belçika'ya saldıracak.

Amacı, B ordular grubunun diğer parçası olan 6. orduya Brüksel'i ele geçirmek için yardımcı olmak.

A ordular grubu da Belçika ve Lüksemburg'a saldıracak.

A ordular grubunu oluşturan 12. ordunun bir kısmı ve 16. ordu Ardenler bölgesinden geçerek, Sedan yakınlarında, Fransa sınırını yaracaklar.

Yapılan ilk plan bu:



Aşağıda ki harita da ise, planın son versiyonun hayata geçirilişini görüyoruz.Bu haritayı bilhassa, çok basit olduğu için seçtim. Flemenkçe bir web sayfasından alınmıştır. İşin ilginç tarafı, Hollanda'lı birisi tarafından yapılmış olmasına rağmen, "Plan Sarı"'nın, Hollanda ile ilgili kısmını fazla önemsememiş olması.

Fall Gelb (Case Yellow), the 1940 German attack with the Sichelschnitt in the south

Maginot Line boyunca ilerleyip (güneyden) kuzeye doğru giden "kahverengi" hat Müttefiklerin ilk savunma hattı.

Yeşil hat, Belçika içine ilerleyen BEF ve 2 Fransız ordusunun hızlı Alman ilerleyişi karşısında, geri çekilerek kurdukları ikinci savunma hattı.

Portakal renkli hat, kuşatılan Mütttefik kuvvetlerin, Dinamo Harekatı boyunca savundukları son hat.

27 Haziran 2015 Cumartesi

1940 Fransa seferi / Plan Sarı ve Plan Kırmızı! (Case Yellow and Case Red!)

1 Eylül tarihinde başlayan Polonya seferi, (Fall Weiss / Plan Beyaz) 27 Eylül’de Varşova’nın Alman ordusu tarafından işgali ile teoride sona ermişti. Ancak, bazı Polonya birlikleri 6 Ekim tarihine kadar direndiler. Aynı gün, silahların susması ile, Hitler, parlamentoda bir zafer konuşması yaptı ve Alman genelkurmayına, Fransa, Belçika ve Hollanda’nın işgali için, bir plan hazırlamaları, emrini verdi. 

Bu planın en tanınan ismi, Almanca "Fall Gelb", İngilizce "Case Yellow", dilimize “Plan sarı” şeklinde tercüme edilebilir.

Çok kimsenin bilmediği nokta ise, aslında birbirini tamamlayan 2 planın varlığıdır. "Plan Sarı", söz konusu, işgalin sadece birinci kısmını oluşturur. İkinci kısmı oluşturan "Plan Kırmızı", Alman ordularının Paris'i alması sonrasında gerçekleştirilen operasyonu içerdiğinden dolayı, arka planda kalmıştır.


Batı seferi planları, 1939 sonunda hazır olmasına rağmen, hava koşulları (Kasım 39 – Mart 40 kışı) ve İngiliz/Fransız birliklerinin Norveç’e yaptıkları çıkartma, söz konusu planın uygulanmasını, tam 29 defa geciktirdi.

10 Mayıs günü, Alman orduları, “Plan Sarı” doğrultusunda, Batı cephesinde saldırıya geçtiklerinde, Norveç’in kuzeyinde, bilhassa Narvik civarında, İngiliz birliklerine karşı çatışmalar yoğun bir biçimde devam ediyordu.

1940 Fransa seferinde Alman ordusu, tarihte bugüne kadar görülen en büyük tank gücünü kullanmıştır. Buna paralel olarak, Alman Hava Kuvvetleri, yine savaş tarihinde ilk defa görülecek kapsamda, hava operasyonları gerçekleştirmiştir.

1939 Polonya ve 1940 Danimarka/Norveç işgalinden sonra Alman ordusu, ilk defa asker sayısı ve askeri araç bakımından kendisine denk, hatta bazı açılardan kendisinden daha üstün, bir düşmanla karşı karşıyaydı.

Alman ordusu A, B ve C ordular grubu olmak üzere üçe ayrılmıştı.

B ordular grubu kuzeyden Hollanda'ya saldıracaktı. Hollanda işgal ettikten sonra, güneye Belçika'ya doğru ilerlemesi, planlanmıştı.

C ordular grubu, Lüksemburg sınırından İsviçre sınırına kadar Fransız sınırı boyunca, Majino hattı karşısında oyalayıcı saldırılar yapacaktı.

A ordular grubu, güney Belçika ve Lüksemburg üzerinden, Ardenler bölgesinden, hiç beklenmedik bir saldırıyla Belçika/Fransa sınırı boyunca ilerleyip Manş denizini ulaşmayı planlıyordu.

Ingiliz ordusu, 1940 Fransa seferinde, Alman ordusu karşısında, 1771 Amerikan Bağımsızlık Savaşı'ndan beri ilk defa, bu kadar büyük bir yenilgi ile karşılaşmıştır. (Bu değerlendirmeyi yaparken, BEF gücünün, Alman ordular grubundan daha zayıf olduğunu ve çok az hava desteğine sahip olduğunu göz ardı etmeyelim!)

Alman ordusunun, Belçika ve Hollanda ordularını yenmesi, zaten herkesin beklediği bir sonuçtu. Ancak bu kadar kısa bir süre içerisinde, Fransız ve İngiliz ordularını yenilgiye uğratması, yeni ve savaş tarihine damgasını vuran savaş stratejileri ve muharebe taktiklerinin bir sonucuydu.

Asla unutmamak lazım ki, Fransa ve Belçika'nın, Alman ordularının işgalinden kurtulabilmeleri için, 4 yıllık bir süre geçmesi gerekiyordu.

21 mart 1938 tarihinde, Fransız başbakanı olarak seçilen Paul Reinert, Almanya'ya karşı agresif bir politika izlenmesi taraftarıydı. Fransız ordusunun modernize edilmesini savunmakta, bilhassa zırhlı birliklerin oluşumuna önem vermekteydi. Fakat, ordu içindeki eski kanat'tan gelen, üst düzey komutanlarla çatıştı ve onların sürekli engellemelerine maruz kaldı.

İngiliz başbakanı Chamberlain, her ne kadar Almanya'ya karşı izlediği taviz politikası ile ünlü olsa da, bilhassa 1938 yılından itibaren İngiliz ordusunun zırhlı birliklerle desteklenmesi konusuna olumlu yaklaşmıştır. Ülkede silahlanma politikası ile ilgili adımlar atmıştır. Bu politikaya bağlı olarak ingiliz ordusu, yeni silahlar ve araçlarla donatılmış; asker ve subayların maaşları arttırılmış, yaşam koşulları iyileştirilmiştir. Olası bir savaşa karşı, İngiliz ordusunun silah üretimi politikasını gözden geçirmiş ve 1938 yılında, yeniden silahlanma programı başlatmıştır.

Polonya zaferinden bir hafta sonra, Hitler'in Alman genelkurmay'ına, batıda Fransa'ya yapılacak saldırı planlarını hazırlama emri verdiği söylenir. Bu söz konusu saldırının, “Low countries” adı verilen Hollanda ve Belçika’nın işgalini de kapsaması emrini verir.


Hitler, Birinci Dünya Savaşı siperlerinde kısa sürede olsa da, savaşmış bir asker olarak, bu planda ki olası tehlikeleri sezinlemişti. Bundan dolayı, yine aynı planın uygulanmasına karşıydı. Onun isteği doğrultusunda ve beklentilerini karşılamak için Alman genelkurmayı, tam beş defa, planı değiştirdi.

Bilhassa, Hollanda'nın ve belli bir ölçüde, Belçika'nın nehir ve kanallarla kaplı arazisinin yanında, Lüksemburg ve güney Belçika'da yer alan Ardenler bölgesinde ki ormanlar, aşılması güç arazilerdi. Bu arazi koşulları, Alman ordularının ilerleyişini zorlaştırırken, müttefik ordularına savunma için gerekli zamanı sağlayabilirdi.

Fakat Belçika ordusu bile, söz konusu bu hattı, uzun bir süre elinde tutmayı beklemiyordu. Bundan dolayı, ikinci bir savunma hattı planı yapılmıştı. Bu hat, Antwerp'ten başlayıp kuzey-güney doğrultusunda ilerleyen bir çizgi halindeydi. Bu söz konusu ikinci savunma hattı, Fransızların İngilizlerle birlikte yaptıkları karşı saldırı boyunca, ilerleyip ulaşacakları son hat, olarak düşünülmüştü.

Gerek Belçika, gerekse Fransız/İngiliz planlarında, planlayıcıların kontrolü dışında rol oynayan, birden fazla faktör, vardı. Her şeyden önce, Belçika ordusunun saldırıya geçen Alman ordusunu, uzunca bir süre meşgul etmesi gerekiyordu. Diğer bir deyişle, Belçika ordusu, Alman saldırılarına karşı, uzunca bir süre direnebilmeliydi ki; bu geçen süre içerisinde, Belçika-Fransa sınırından yola çıkan İngiliz ve Fransız orduları, söz konusu ikinci savunma hattına ulaşabilecek, zamana sahip olsunlar.

Fransız-İngiliz ve Belçika orduları, ikinci savunma hattında buluştuktan sonra, ikinci bir faktör, devreye giriyordu. O da farklı ordular arasında ki uyum idi. Bu üç ordu, kendi aralarında uyumlu bir koordinasyon içerisinde, Alman saldırılarına göğüs germek zorundalardı. Bir savaş esnasında, çoğu zaman, tek bir ordunun kendi birlikleri arasında ki uyumu bile, çok zor gerçekleştirebildiğini düşünürsek, karşı karşıya kalınan belirsizliği, daha iyi anlarız.

Son olarak tüm bu planlar, Alman ordusunun saldırıya başlayacağı noktaları ve saldırı esnasında ki harekât rotasını doğru tahmin etmeye dayanıyordu.

24 Haziran 2015 Çarşamba

Barbarossa Harekatı ve "pre-emptive strike" kavramı / Bölüm-2!

Biraz gecikmeyle, "pre-emptive strike" / Suvorov'un kıitabı "Buzkıran" yazımızın ikinci kısmı...



Kitapta savunulan tezlerden genel hatlarıyla burada bahsedersek:

-Stalin'in Avrupa'da bir savaşın başlamasını kışkırtmıştır.

Stalin’in, “komünizmi” yayabilmek amacıyla, Batı ve Orta Avrupa’da ki “emperyalist” güçlerin, birbiri ile savaşmasını istediği bilinen bir sır. Bu amaçla, her türlü provokasyon ve kışkırtmayı yaptığı da bir gerçek.

Ama, bu kışkırtmayı yapan sadece kendisi değil. Hitler ve Mussolini başta olmak üzere, 1. Dünya Savaşı’nın mağlupları, zaten rövanş isteği ile yanıp tutuşuyorlar ve ekonomik/askeri her türlü hazırlığı yapıyorlar.



-Stalin’in Hitler'i savaşa zorlayacak politikalar izlemiştir.
Hitler’i bir savaş başlatması için kışkırtmaya hiç gerek yok. O, zaten savaşa gitmek için önceden planladığı bir yolda adım adım ilerliyordu.

-Stalin, Batı ve Orta Avrupa’da ki “emperyalist” güçlerin, birbiri ile savaşmasının ardından Avrupa'yı istila etmek için hızla silahlandı. Uzun vadede, Sovyet diktatörün böyle planları olduğu kaynaklarla kanıtlandı. Ancak, 1930’lu yıllarda, bir çok ülke yeni bir savaş beklentisi içindeydi ve silahlanma yarışının bir parçasıydı. Bu gerçek, sadece Stalin’e ve S.S.C.B.’ne özgü değildi.

Yukarıda sözü edilen tezleri kanıtlamak için, Suvorow değişik “kanıtlar” öne sürer.

-S.S.C.B.’nin sahip olduğu askeri teknolojisinin -iddia edilenin tersine-, II. Dünya Savaşı öncesinde zayıf değil, güçlü olduğunu savunur.

-Stalin döneminde planlanan ve geliştirilen askeri teknolojinin tümüyle saldırı amaçlı olduğunu, buna paralel olarak savunma amaçlı teknolojilerin ihmal edildiğini vurgular.

-Barbarossa Harekatı'nın hemen öncesinde, Kızıl Ordu'nun, Almanya'ya taarruz planı doğrultusunda batı sınırlarında yığınak yaptığını yazar. Olası bir Alman saldırısını beklemeyen ve taarruz amaçlı konuşlanmış olan Kızıl Ordu’nun, bundan dolayı, Alman taarruzunun ilk haftalarında çok büyük askeri kayıplara uğradığını iddia eder.

2. Dünya Savaşı esnasında, Sovyetler'in Nazi Almanya'sına saldırı hazırlığı içinde olduklarını daha önce General Pyotr Grigorenko ileri sürmüştü. Çok sayıda Kızıl Ordu birliğinin Białystok bölgesinin batısında, işgal edilmiş olan Polonya topraklarında, konuşlandırıldığını vurgulayan Grigorenko, bunun ileride Nazi Almanya’sına sürpriz bir saldırı amaçlı olduğunu iddia etmiştir. Bu konumları sonucunda, Barbarossa Harekatı’nın başında, tüm bu birlikler, Alman orduları tarafından çok hızlı bir biçimde kuşatılmışlardır.

Suvorow “Buzkıran” isimli eserinde bu tezi daha ayrıntılı kaynaklar ve iddialarla desteklemektedir.
Bu konuda ki diğer yazılar:
ViktorSuvorov

21 Haziran 2015 Pazar

Günün belgeseli: Alman "ZDF-İnfo" kanalında yayınlanan "Hitler'in yardımcıları" isimli belgesel dizisinin onikinci ve son bölümü "Josef Mengele: Hitler'in Ölüm Meleği "!

Alman "ZDF-İnfo" kanalında yayınlanan "Hitler'in yardımcıları" başlıklı 12 bölümlük ve ilk defa 1996 yılında yayınlanan belgeselin onikinci ve son bölümünü ekliyorum.

Hazırlayıcısı, Guido Knopp isimli 1980'lerden itibaren devlet kanalı olan ZDF için çalışan bir tarihçi-gazetecidir. Öncesinde "Frankfurter Allgemeine Zeitung" ve "Welt am Sonntag" gazetelerinde (ortanın sağı olarak nitelendirebileceğimiz) çalışmıştır. Devletten aldığı destekle özellikle Nasyonal Sosyalizm tarihi üzerinde uzmanlaşmış çok üretici bir yazardır.

Kitapları ve bunlardan üretilen belgeselleri çok geniş kaynaklara dayanır ve anlatımı/sunumu akıcı ve kolay anlaşılır bir tarza sahiptir. Diğer bir deyişle, Almanya'da popüler tarih yaratıcıları arasında en ön sıralarda yer alır. Belgesellerinde ki sorun, her ne kadar bir kaç bölümden oluşsa da, neredeyse 30 yıla yakın bir dönemi anlatırken doğal olarak oluşan bilgi patlaması ve dönemsel atlamalardır. Bir nevi bilgilerin kısıtlı zaman dilimine sıkıştırılması sonucu oluşan bir bombardıman ve bunun sonucu seyirci de kopmalar yaşanır. Bundan dolayı, kitaplarını okumak daha verimlidir.

12 bölümlük bir belgeselden geniş alıntılar yapmak tabii ki mümkün olmadığından buraya "youtube"'da bulduğum İngilizce versiyonun linkini ekliyorum.

Hitler'in yardımcıları / Guido Knopp / İngilizce / Bölüm 12

Knopp belgesellerini takip edenler, Knopp'un konuya ağırlıklı olarak sosyal, ekonomik ve politik açılardan yaklaştığını göreceklerdir. "Devlet kanalı" olan ZDF için çalıştığı gerçeğini hiç bir zaman unutmayalım. "Resmi kaynaklara" dayalı bir popüler tarihçilik yapmak zorunda kalmış, "Holocaust", savaş öncesi uluslararası politika, 2 savaş arası dönemde ki ideolojik çatışmanın Avrupa siyasetine ve Alman iç politikasına etkileri, 1. Dünya Savaşı'nın mirası gibi konulara belirli bakış açılarından yaklaşmıştır. Yine de çok verimli ve seyretmesi/okuması her zaman öğretici bir tarihçi/gazetecidir.


Dilimize 2 kitabı tercüme edilmiştir. Daha önce tanıtmıştım. Her iki kitabın tercümesi güzeldir. Fiyatları uygundur. Baskı kalitesi ülkemiz koşullarındadır.

Diğer bölümlere bu linkden ulaşabilirsiniz:
https://savasvetarih.blogspot.de/search/label/Guido%20Knopp


18 Haziran 2015 Perşembe

Waterloo meydan muharebesinin 200. yılı!

Bugün, bundan 200 yıl önce, Dünya tarihine damgasını vurmuş askeri dehalardan birisi olan Napolyon Bonapart, son meydan muharebesini, Waterloo’da kaybederek, tarih sahnesinden tamamiyle çekildi.

Bu önemli zaferi/günü kutlamak için, İngiltere’nin yönetiminde, Waterloo’da (bugünkü Belçika), büyük bir kutlama yapıldı.

1789 Fransız Devrimi sonrasında başlayan, “Devrim savaşları”, aslında, halk devriminin kendi topraklarına da yayılmasından korkan, tüm Avrupa imparatorluklarının çeşitli ittifaklar kurarak Fransa’ya saldırmasıyla başlamıştır. Bu savaşlar esnasında, yıldızı parlayan Napolyon, çok büyük bir hızla askeri kariyer basamaklarını çıkmıştır.

Sonunda, Fransız orduları komutanı olarak, karşısına çıkan tüm İttifak ordularını yenmiş, Avrupa’yı, İngiltere, İskandinav ülkeleri, Rusya ve Habsburg’lar haricinde işgal etmiştir.

Devrimin yarattığı fırsatlardan yola çıkarak, tüm bu zaferlerden sonra, kendisini “imparator “ilan etmesi de, tarihin ironik bir cilvesidir.

Ancak, çoğu “tek adam” gibi, sonunda kendi egosuna yenik düşmüş; kendi askeri dehasının ve Fransız ordularının doğal sınırları aşmaya kalkarak, 1813 Rusya seferi ile sonunu, yine kendisi hazırlamıştır.

Rusya seferi sonunda, ordusunun büyük bir kısmını kaybederek geri çekilmiş, teslim olmuş ve Elba adasına sürgüne gönderilmiştir.

1815 yılında, son “100 günlük” bir askeri sefer daha başlatarak, 18 Haziran tarihinde, Waterloo meydan muharebesinde, İngiliz dükü Wellington karşısında yenilgiye uğradı.

Muharebe, neredeyse bütün gün, Fransız kuvvetleri ile, Wellington komutasında ki “Müttefik” kuvvetler arasında geçmiştir. Hava kararmaktayken, Napolyon’un sağ kanadına bütün gücü ile saldıran Prusya kuvvetleri muharebeyi sonuçlandıran vuruşu gerçekleştirmişlerdir.

Blücher komutasında ki Prusya kuvvetleri zamanında yetişmeseydi; bir önce ki gün yağan yoğun yağmur nedeniyle, çamura bulanan toprağın en azından bir miktar kurumasını beklemek zorunda kalan Napolyon daha erken saatlerde saldırıya geçebilseydi; Wellington komutasında yer alan Alman kökenli Hannoverli, Belçikalı, Hollandalı askerler kendilerinden beklenenden daha üstün bir direniş göstermeseydiler; muharebe nasıl sonuçlanırdı?

Bu ve benzeri bir çok soru bugün hala askeri tarihçilerin tartıştıkları konulardır.

Biz, günün anlamına limon sıkmayalım ve “Bu yolda galiptir, mağlup!” diyerek, askeri dahi Napolyon Bonapart’a da şapka çıkartalım.

14 Haziran 2015 Pazar

Nazi Almanya'sının orduları 1940'da Paris'i ele geçirdi!

1940 yılında, bugün, yani bundan 75 yıl önce, Nazi Almanya'sının orduları Paris'i işgal etti.

10 Haziran tarihinde, Fransız hükümeti, Paris şehrini, "açık şehir" ilan ettiğinden dolayı, şehrin civarında ve içinde hiç bir silahlı çatışma olmadı.

Fransız ordusunun Paris'in kuzeyinde kurduğu derme-çatma "Weygand hattı", beklendiği gibi, 5 günlük bir çatışmadan sonra yarıldı. (İsmini, ordunun komutasına atanan son Fransız generali Weygand'dan almıştır!)

Fransa'nın elinde ki tümen sayısı Alman ordusunun yarısından aza inmişti. Ayrıca, İngilizler "Dinamo Harekâtı" ile ana kıtadan geri çekilmek zorunda kalmışlardı.

İtalya sınırında ki Fransız birlikleri, 10 Haziran tarihinden beri, kendilerine savaş ilân etmiş kahraman(!) İtalyan birliklerine karşı savaştıklarından, takviye olarak kuzeye hareket edemiyorlardı.

Alman sınırında ki Maginot hattında ki Fransız birlikleri ise, güneyden kuşatılma tehlikesi ile karşı karşıya olduklarından yerlerinden kıpırdıyamıyorladı.

Tüm bu olumsuz unsurlar karşısında, Fransız hükümeti "teslim olmaya" giden yolda çok önemli bir atım daha atarak, başkenti, kendiliğinden düşmana teslim etmek zorunda kaldı.

Die Deutsche Wochenschau 22/06/1940:

https://www.youtube.com/watch?v=qfP-8SNemeA


9 Haziran 2015 Salı

Barbarossa Harekatı ve "pre-emptive strike" kavramı!

1990’lardan başlayarak, 2000’li yılların ilk on yılını kapsayan dönemde, tarihçiler ve özellikle “savaş tarihçileri” arasında “Nazi Almanya”’sının 22 Haziran 1941 tarihinde başlattığı saldırının bir “pre-emptive strike” niteliği taşıyıp taşımadığı geniş kapsamlı bir tartışma yaşanmıştır.
 
Öncelikle, doğal olarak, “pre-emptive strike” kavramının ne anlama geldiğini açıklamak gerekir.
Türkçeye, “önleyici saldırı” veya “engelleyici vuruş/hamle” şeklinde tercüme edilebilir. Tercüme konusunda çalışma yapan ve yapmakta olan herkes, hem “kelimesi kelimesine” tercümesinin ne kadar zor olduğunu bilir; hem de ne dereceye kadar doğru olduğunu sürekli bir tartışma konusudur. Bundan dolayı, zaten “askeri tarih” konusunda oldukça zayıf olan dilimizde daha fazla yorum yapmadan, konuya girmek istiyorum.
 
Söz konusu tartışmayı başlatan kitap, Viktor Suworow’un dilimize de çevrilen, “Buzkıran” isimli eseridir. Gerçek ismi, Vladimir Bogdanovich Rezun olan, yazar, 1947 doğumlu bir Sovyet Askeri İstihbarat (GRU) subayıdır. Eğitimi ve kariyeri:
 
1958-1965 Harp Okulu ve

1965-1968 Kiev Askeri Yüksek Okulunda eğitim gördü.
1970-1971 yıllarında Volga bölgesi Askeri Bölge Karargahı'nın istihbarat bölümünde ve Spetsnaz’da  (Özel Harekat Gücü) görev yaptı.
1971-1974 askerî-diplomasi eğitimi aldı.
1974-78 yılları arasında GRU ajanı bir diplomat olarak, çalıştı.
10 Haziran 1978 tarihinde Cenevre’de görevli iken, Batı'ya iltica etti.

O zamandan beri, istihbarat analisti, öğretim görevlisi ve yazar olarak çalışmaktadır. Batı'ya iltica ettikten sonra ki yaşantısında ve yayımladığı kitaplarda “Viktor Suworow” takma adını kullanmaya başladı. Kendisine bu takma adı seçerken, ünlü Çarlık zamanı mareşali Alexander Wassiljewitsch Suworow’dan yola çıktığı öne sürülür. ( Bu iddia, Rudolf Augstein tarafından ortaya atılmıştır.)

Aslında, Suworow, 1985 yılından beri, Sovyet askeri tarihi üzerine çok sayıda kitap yazmaktadır. Kişisel biyografisi göz önüne alınırsa, Sovyet ordusu, Sovyet Gizli Servisi ve Spetznaz gibi özel askeri birimler hakkında makaleler yazması çok doğaldır. Önceleri, bu konularda makaleler yazmış, 1989 yılında yayınladığı “Buzkıran” isimli kitabı ile bir an da ün kazanmıştır. (En azından, tarih ve askeri tarih yazımı açısından!)

Vurgulanması gereken önemli noktalardan birisi, kitabın ilk baskısının “Almanca” olmasıdır. Yayıncılık dünyasında “uluslararası dil” olarak kabul edilen İngilizce yerine, ilk kitabını, İngiltere’de yaşarken, Almanca yazmıştır. 1990 yılında İngilizce,  1992’de Rusça’ya tercüme edilmiştir.

1995 yılında “Gün: M” ve 2000 yılında “Stalin’in engellenen sürpriz saldırısı” isimli kitapları aynı konuyu irdeleyen diğer eserleridir. Bu iki kitapta, perestroyka sonrasında yayınlanan, bazı üst düzey Sovyet askeri komutanların biyografilerine dayanarak, aynı tezi savunmuş; ancak yeteri kadar taraftar ve beğeni toplayamamıştır.

Askeri tarih yazımı açısından ilginç bir tartışma başlatan kitabında, Suworow, ana hatlarıyla şu fikri savunur: Stalin 1941 yazında, Nazi Almanyası’na saldırmak üzereyken, Hitler başlattığı “Barbarossa Harekatı” ile onun bu planlarını yerle bir etmiştir. Bu varsayımdan yola çıkarak, Hitler’in saldırısının, bir “İşgal harekatı” değil, “Düşman saldırısını önleyici bir hamle” olduğunu savunur.


Tartışmanın ağırlıklı olarak Alman ve Rus tarihçilerin katılımı ile gerçekleşmesi çok doğal. Ama daha ilginç olanı, 1990’lı yılların başında, 2. Dünya Savaşı’na katılmış çok sayıda Alman askerinin farklı gazetelere yolladıkları mektuplarla, tartıimaya yaptıkları katkılar. O tarihlerde, Internet daha yaygınlaşmadığından bugün maalesef bu yazılara ulaşamıyoruz.

Gerek Alman gerekse Rus tarihçiler arasında Suworow’un tezini kabul edenler olduğu kadar, red edenler de oldu. Tarihçilerin sosyo/politik görüşlerinin, hatta bazılarının sahip olduğu ideolojik yaklaşımlarının, tezi değerlendirirken ağırlıklı rol oynadığı tartışılmaz bir gerçek.

Aşırı sağdan, “ortanın sağı” olarak nitelendirebileceğimiz bir kesime dahil olan Almanlar Suworow’un tezini savunurken, kendi ülkelerinde aynı eğilime sahip olan Ruslar’ın tezi reddetmesi, “resmin bütününde” neredeyse komik bir görüntü oluşturuyor. (Devamı var...)
Bu konuda ki diğer yazılar:
ViktorSuvorov

6 Haziran 2015 Cumartesi

Normandiya Çıkarması!

Bundan 71 yıl önce, bugün, İngiliz, Amerikan, Kanadalı ve Polonyalı birliklerin çoğunluğu oluşturduğu Müttefik kuvvetleri, Normandiya Çıkarması’nı başlattılar.

6 Haziran 1944 günü, askeri tarihe, “D-Day” olarak geçmiştir.


“Operation Overlord” ismi verilen harekâtın amacı, Nazi Almanya’sı tarafından işgal altında bulunan Avrupa anakıtasında, ikinci bir cephe açmaktı.

Bir takım verilerle hem çıkartmanın büyüklüğünü, hem de söz konusu operasyonun önemini vurgulamak gerekir.
5 Haziran gecesi Ingiltere’de ki bir çok limandan yola çıkan Müttefik deniz filosu, yaklaşık olarak 700 küsur savaş gemisinin koruduğu 4.000 küsur nakliye gemisinden oluşan devasa bir filoydu.

22’si Amerikan, 12’si İngiliz, 3’ü Kanadalı, 1’i Polonyalı, 1’i de Fransız olmak üzere, toplam, 39 tümen çıkartmaya katılmıştır. Yaklaşık olarak 1 milyon 500 bin kişi!

5.000 küsur uçaktan oluşan bir Müttefik filosu, hava üstünlüğünü tamamiyle ele geçirmiştir.

5-6 Haziran gecesi, 25 bine yakın paraşütçü (3 hava tümeni), 1.000’den fazla kargo uçağıyla hava indirme harekâtı gerçekleştirmiştir.

İlk gün, Amerikan birlikleri Omaha ve Utah, İngiliz birlikleri Sword ve Gold, Kanadalı birlikler Juno kod adı verilen sahillere çıkartma yapmışlardır. Toplamda 5 tümen kıyıya çıkmıştır.

Kısacası, tarihte organize edilen en büyük amfibik operasyondur.

Peki, karşı taraf, Nazi Almanya’sının durumu neydi?

Alman Deniz Kuvvetleri (Kriegsmarine) zaten, 1943 yılından beri, neredeyse sadece, denizaltı filolarından oluşan bir güc olarak umutsuz bir savaşı sürdürmekteydi. Batı Avrupa’nın Atlantik kıyılarında, bir kaç adet torpidobot ile sığ sularda faaliyet gösterebilen bir kaç denizaltısı dışında varlık gösteremiyorlardı.

Alman Hava Kuvvetleri (Luftwaffe) ise, sadece “vatan” savunması için çaba harcayabilecek bir kaynağa sahipti. Ortalama olarak, her 10 müttefik uçağına karşı 1 alman uçağının kaldığı varsayılır.

Savunmacılar en önemli kısmı olan, Kara Kuvvetlerine gelince, Atlantik Duvarı’nı güçlendirsin diye Avrupa’ya müfettiş general tayin edilen Rommel, 6 milyon mayın döşettirmiş, bunker’ler ve koruganlar inşa ettirmiştir.

Paraşütçülere karşı sivri çubuklar, çıkarma botlarının su altı derinliğine denk gelen direklere mayınlar takarak, düşman güçlerini olabildiğince sahilde tutmak ve tankların ilerlemesini zorlaştırmak için gerekli her türlü önlemi almıştır. Ancak, çıkarmanın yapıldığı gün, planlanan miktarın ancak, % 20’si tamamlanabilmişti.

20 Alman tümeni Calais civarında beklerken, Normandiya kıyılarında sadece 7 Alman tümeni bulunmaktaydı.

Sayı kadar önemli diğer bir konu ise, bu tümenleri oluşturan askerlerin çoğunun, 40 yaşın üzerinde Birinci Dünya Savaşı gazileri ve 20 yaş altı çocuklardan meydana geldiği gerçeğiydi. Yaş ortalamasına bakarsak Alman Ordusu ortalaması müttefiklerden 6 yaş fazlaydı.

Diğer bir deyişle, kıyıları savunan Alman Ordusu, savaşın başında ki ordu değildi. 1 ayda Polonya’yı, 6 hafta da Fransa’yı alan, 4 ayda Moskova kapılarına dayanan ordu artık yoktu. Tecrübeli askerlerin çoğu ya Moskova önlerinde ve Stalingrad’da, Kursk’da, El Alameyn’de ölmüş ya da esir düşmüştü.

Çoğu kişi tarafından yanlış algılanan bazı noktaları özellikle vurgulamak gerekir:

-6 Haziran 1944 tarihinde Normandiya Çıkartması başlamıştır.

 Bazı makale ve yorumlarda, “6 Haziran 1944’de Normandiya çıkartması yapıldı/gerçekleştirildi.” diye okursunuz.
Yanıltıcıdır, çünkü, çıkartma, sabah 05.00’de başlayıp akşam 23.00’de bitmemiştir.

Kesin bir bitiş tarihi vermek çok zordur. Her “amfibik operasyonun” birincil hedefi, söz konusu sahilde bir “köprübaşı” ele geçirmektir. Bu açıdan bakıldığında, Normandiya çıkartması daha ilk gün başarıya ulaşmıştır.

Ancak, yanlış algılanan diğer bir nokta tam burada başlar. Normandiya Çıkartması, Overlord Operasyonunun hayati bir parçasıdır. Çok önemlidir, çünkü, köprübaşı ele geçirilemezse, değil Avrupa’yı Nazi işgalinden kurtarmak, operasyona katılan askerlerin önemli bir kısmı bile kurtarılamazdı. Buna rağmen, sadece bir “parça”dır. (Yanlış anlaşılmasın, “küçümsemek” diye bir yaklaşım söz konusu olamaz!)

Akla gelen diğer bir soru, ne zaman bittiğidir. Bir amfibik çıkarmanın başarılı bir biçimde bitişi için, gerçekleşmesi gereken birden fazla hayati hedef bulunur. Söz konusu kıyıya çıkartılan birlikler, savunma yapan düşman hatlarını yarıp içerileri doğru ilerlemelidirler.

Ayrıca, kıyı boyunca düşman elinde bulunan önemli limanlar ele geçirilmelidir. Lojistik desteği olmayan bir ordu fazla ilerleyemez. Bu açıdan bakıldığında, Cherbourg başta olmak üzere Normandiya kıyılarına yakın tüm limanlar Almanlar tarafından tahrip edilerek teslim edildiğinden, Normandiya kıyılarına kurulan “suni limanlar” Paris düşene kadar hayati önem taşımışlardır. Ve Normandiya Çıkartması ile başlayan çarpışmalar, Ağustos sonlarında 7. Alman ordusunun imhasına kadar sürmüştür.

Toparlarsak, kesin bir bitiş tarihi vermek zordur ve bu konuda savaş tarihçileri ortak bir noktada buluşmak yerine birden fazla öneride bulunurlar.

Tüm bu açıklamalar, yorumlar, karşılaştırmalar bir yana, insanlık tarihinin gördüğü en büyük amfibik operasyon bugün başlamış; yaklaşık 4.600 – 4.700 Müttefik askerinin ölümü ve 5.700 adedinin yaralı, esir veya kaybı ile (operasyon hedeflerinin çoğuna ulaşarak!) başarıya ulaşmıştır.

Nazi Almanya’sının kayıpları ise, 5.000 ilâ 10.000 (ölü, yaralı,esir ve kayıp) arasında değişmektedir.

4 Haziran 2015 Perşembe

"Atlas Tarih" dergisinin, 34. sayısı (Haziran/Temmuz2015)!

Bu ay tarih meraklıları için bereketli bir ay; çünkü “Bugünü anlamak için, #tarih“ dergisinin yanında, tanıtmak istediğim ikinci bir dergi daha var.
O da “Atlas Tarih”. İki ayda bir yayınlanan bu süreli yayının 34. sayısı (Haziran/Temmuz2015) çıktı.
Derginin kapak konusu Osmanlı’nın ilk havacıları… ODTÜ Havacılık Tarihi Öğretim Üyesi Bülent Yılmazer, Türkiye’de havacılık tarihinin ilk denemelerinden itibaren yaşanan gelişmeleri, bu alanda öncü isimleri yazdı. İstanbul’dan Kahire’ye havadan yapılan yolculuk sırasında şehit olan Fethi, Nuri ve Sadık beylerin trajik öyküsünü anlattı.
Prof. İlber Ortaylı, 200. yıldönümünde Avrupa siyasetinin temellerinin atıldığı Viyana Kongresi’ni yazdı. Araştırmacı Yazar Erol Üyepazarcı, Tanzimat’tan sonra Sultan Abdülmecid’i indirmek için yapılan suikast ve darbe planını kaleme aldı. Tarihçi Orhan Koloğlu, Haziran 1876’da tahttan indirildikten sonra şüpheli biçimde ölen Sultan Abdülaziz’in saltanatını anlattı.
Melih Şabanoğlu, son dönemde üzerine yapılacak yeni proje ile gündeme gelen Yassıada’yı 19. yüzyılda satın alan İngiliz Elçisi’nin hikâyesini ve Yassıada’nın tarihini derledi. Gazanfer İbar bu sayıda Türkiye’nin matbuat tarihinin bilinmeyen bir cephesine, Ermeni harfli Türkçe kitaplara dikkat çekiyor.
Atlas Tarih’in yeni sayısında ayrıca kölelikten iktidara gelip Osmanlı’dan önce Mısır ve Suriye’yi yöneten Memluklar’ı Orhan Koloğlu, Fransız Devrimi sonrası otoriter yönetim kuran Jakobenler’i Kader Elveren, Sicilyalı Constance’ı Pelin Batu, Türkiye’de traş ve jiletin hikâyesini Gökhan Akçura, Almanya milli takımında futbol oynadıktan sonra İkinci Dünya Savaşı’nda toplama kamplarına gönderilen Yahudi futbolcuları Ali Murat Hamarat, Endonezya’nın sömürgeciliğe karşı savaşında eşini kaybetmiş kadınlardan donanma kuran Malahayati’nin yaşamını Ekrem Saltık, Afrika’nın içlerine ilk yolculuk eden keşiflerden Samuel Teleki’yi Gökhan Dilbaş kaleme almış.

1 Haziran 2015 Pazartesi

“Bugünü anlamak için, #tarih“ dergisinin, 13. sayısı (Haziran 2015)!

Her ayın, olmazsa olmaz, süreli yayını, “Bugünü anlamak için, #tarih“ dergisinin, 13 sayısı (Haziran 2015) çıktı.
Bu ayki sayfa sayısı 116 olan derginin, satış fiyatı 10.- TL.

Her ay olduğu gibi, yine “dolu dolu“ bir dergi okunmayı bekliyor.

Ilginizi çekebilecek diğer yazılar: