Öne Çıkan Yayın

Günün sözü: "Fransa'ya, "Liberté, égalité, fraternité", "süvari, piyade, ve topçuluk"'dan daha az rehberlik etmiştir."

"Liberté, égalité, fraternité" özdeyişi dilimize "Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik" olarak çevrilebilir. Bu üçlemenin ne a...

23 Nisan 2017 Pazar

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız kutlu olsun!

23 Nisan Bayramının kökeni: "22 Nisan 1920’de yapılan çağrıyla Millet Meclisi, 23 Nisan 1920 günü toplandı. Meclis, 24 Nisan 1920’de Mustafa Kemal Paşa’yı başkanlığa seçti.

Meclisin açılış günü olan 23 Nisan, 1921’de çıkarılan bir kanun ile ülkenin ‘ilk resmi bayramı’ olarak ilan edildi. Kanunda, ‘23 Nisan günü milli bayramdır’ ifadesi yer aldı. 1935’te çıkarılan bir kanun ile 23 Nisan, ‘Milli Hakimiyet Bayramı’ olarak adlandırıldı."

Demek ki, Atatürk, "Meclis'in kuruluşu"'ki, "Milletin egemenliği" demektir, bu yeni ülkeyi, çocuklara, yani "gelecek nesillere" hediye etmiş. Gerçekten bu vizyon, hepimizi aşar...


16 Nisan 2017 Pazar

Günün kitabı: Galya Savaşı Üzerine notlar / Julius Sezar!

Bugünkü kitap köşemizde, „Galya Savaşı Üzerine notlar / Julius Sezar“ başlıklı kitaba yer veriyoruz.

Gaius Iulius Caesar –nam-ı diğer Jül Sezar– Antik Roma Cumhuriyeti’nin en önemli ve ünlü simalarından birisidir; hem yaşadığı döneme, hem de daha sonraki dönemlere tam anlamıyla damgasını vurmuş bir şahsiyettir.

MÖ 58 yılında, bugün Fransa topraklarının büyük bir kısmını oluşturan Galya’ya resmî devlet görevlisi olarak atanan Caesar’ın, başkomutan olarak bölgeyi tamamen fethettiği MÖ 51 yılına kadarki bütün icraatları ve anıları, oldukça özgün ve ilginç bir üslupla bizzat kendisi tarafından kapsamlı bir şekilde yıl yıl kaydedilmiştir.
"Commentarii de bello Gallico", askeri teşkilatlanma ve muharebe taktikleri için son derece elzem bilgiler taşır. Bu notlar o dönemden bugüne ulaşan nadir kayıtlar arasında yer alır. Eser, Caesar’ın karşılaştığı ve savaştığı Galya, Germanya ve Britanya toplulukları hakkındaki gözlemlerini aktarması bakımından eşsizliğini hep korumuştur. Ayrıca Latincenin MÖ 1. yüzyılda ulaştığı standart biçimi yansıtan en önemli örnekler arasındadır. Elinizdeki kitap dönemin ruhuna uygun düşecek şekilde, resim, muharebe krokileri ve çizimlerle desteklenmiş, bunun yanında metinde geçen birçok yer ve ismin ayrıntılı açıklaması yapılmıştır.
Gaius Iulius Caesar (MÖ 100 - 44)
MÖ 100 yılında Roma’da doğdu. Güçlü bir hatip, yazar, politikacı ve askeri lider olan Caesar, halkçı bir politika izledi. Siyasi kariyerinin doruğuna MÖ 59 yılındaki konsüllüğü döneminde erişti ve bir sonraki yıl Galya’ya prokonsül olarak atandı. MÖ 51 yılında Galya’yı tamamen fethetti, daha sonra Roma Senatosu ile anlaşamayınca Pompeius ile savaştı, iç savaşın galibi olduktan sonra diktatör oldu. Birçok reform gerçekleştirdi, kendisini istemeyen bir grup tarafından MÖ 44 yılında bir senato oturumunda hançerlenerek öldü. Askerî yetenekleri, siyasi kariyeri, savaş notları ve daha birçok niteliğiyle, unutulmayan ve büyük iz bırakmış bir şahsiyet olmuştur.


Latinceden dilimize Samet Özgüler tarafından tercüme edilen kitabın fiyatı: 20.- TL. 333 sayfalık kitap, Şubat 2017 tarihinde piyasaya verilmiş.

13 Nisan 2017 Perşembe

Günün belgeseli: Alman "ZDF-İnfo" kanalında yayınlanan "SS-Tarihsel bir uyarı" isimli belgeselin üçüncü bölümü!

Alman "ZDF-İnfo" kanalında yayınlanan "SS-Tarihsel bir uyarı" başlıklı 6 bölümlük ve ilk defa 2002 yılında yayınlanan belgeselin ilk bölümünü ekliyorum.

Hazırlayıcısı, Guido Knopp isimli 1980'lerden itibaren devlet kanalı olan ZDF için çalışan bir tarihçi-gazetecidir. Öncesinde "Frankfurter Allgemeine Zeitung" ve "Welt am Sonntag" gazetelerinde (ortanın sağı olarak nitelendirebileceğimiz) çalışmıştır. Devletten aldığı destekle özellikle Nasyonal Sosyalizm tarihi üzerinde uzmanlaşmış çok üretici bir yazardır.

Kitapları ve bunlardan üretilen belgeselleri çok geniş kaynaklara dayanır ve anlatımı/sunumu akıcı ve kolay anlaşılır bir tarza sahiptir. Diğer bir deyişle, Almanya'da popüler tarih yaratıcıları arasında en ön sıralarda yer alır. Belgesellerinde ki sorun, her ne kadar bir kaç bölümden oluşsa da, neredeyse 30 yıla yakın bir dönemi anlatırken doğal olarak oluşan bilgi patlaması ve dönemsel atlamalardır. Bir nevi bilgilerin kısıtlı zaman dilimine sıkıştırılması sonucu oluşan bir bombardıman ve bunun sonucu seyirci de kopmalar yaşanır. Bundan dolayı, kitaplarını okumak daha verimlidir.
6 bölümlük bir belgeselden geniş alıntılar yapmak tabii ki mümkün olmadığından buraya "youtube"'da bulduğum İngilizce versiyonun linkini ekliyorum.


SS / Guido Knopp / İngilizce / Bölüm 3

Belgeseli takip edenler, Knopp'un konuya ağırlıklı olarak sosyal, ekonomik ve politik açılardan yaklaştığını göreceklerdir. Waffen-SS'i ön plana çıkardığı ve bu birliklerin savaş alanında ki performanslarını incelediği kısımlar çok azdır.
"Devlet kanalı" olan ZDF için çalıştığı gerçeğini hiç bir zaman unutmayalım. "Resmi kaynaklara" dayalı bir popüler tarihçilik yapmak zorunda kalmış, "Holocaust", savaş öncesi uluslararası politika, 2 savaş arası dönemde ki ideolojik çatışmanın Avrupa siyasetine ve Alman iç politikasına etkileri, 1. Dünya Savaşı'nın mirası gibi konulara belirli bakış açılarından yaklaşmıştır. Yine de çok verimli ve seyretmesi/okuması her zaman öğretici bir tarihçi/gazetecidir. 


Dilimize 2 kitabı tercüme edilmiştir. Daha önce tanıtmıştım. Her iki kitabın tercümesi güzeldir.

Fiyatları uygundur. Baskı kalitesi ülkemiz koşullarındadır
.
Diğer bölümlere bu linkden ulaşabilirsiniz:
https://savasvetarih.blogspot.de/search/label/Guido%20Knopp

10 Nisan 2017 Pazartesi

Bir ordunun beyni konumunda ki Genelkurmay kurumunun teori ve pratikte ki işleyişi hakkında Hans von Seeckt'den bir alıntı!

Birinci Dünya Savaşı sonrasında imzalanan Versay antlaşması ile savaşa damgasını vuran Alman Genelkurmayı lağvedilmiştir. (2. Dünya Savaşı ile kıyaslarsak, Alman Genelkurmayı 1. Dünya Savaşı'nda Alman Silahlı Kuvvetlerinin kontrolünü tartışmasız elinde bulundurmuştur. Bundan dolayı, Müttefiklerin hışmına uğramıştır.)

İki savaş arası dönemde kurulan 100.000 kişilik Reichswehr'in başına gelen Hans von Seeckt, çok olumsuz koşullar altında görev yapmasına rağmen, 2. Dünya Savaşı'nın ilk döneminde, fırtına gibi esen Wehrmacht'ın temellerini atan subaydır. (Not: Kendisi 1918 yılında, Başkomutan Enver paşanın kurmay başkanı olarak görev yapmıştır.)


Her ne kadar, genelkurmay kurumu Versay anlaşması ile yasaklanmış olsa da, Alman ordusunun bu yeni kuruluş döneminde, gizlice faaliyet göstermeye devam etmiştir.

Temelleri iki Prusyalı subay Scharnhorst ve Gneisenau'nun, 1806 Jena ve Auerstedt yenilgileri sonrasında attığı Genelkurmay, özellikle Clausewitz'in fikir babalığı ve Moltke'nin etkisi ile Prusya-Alman askeri doktrininin merkezi ve ordunun beyni konumuna gelmiştir.

Özünde, kurmay eğitimi almış subayların bir araya gelerek, tüm sosyo-politik unsurlardan ve kişisel duygulardan arınmış bir biçimde, Silahlı Kuvvetleri yöneteceğini bir çalışma ortamı olarak düşünülmüştür.

Ancak, en iyi eğitim almış ve en sıkı disiplin ile yetiştirilmiş bir subay bile, eninde sonunda sosyal ve bireysel bir canlıdır. Bu kendisini, hem kişisel beklentiler hem de kariyer planları şeklinde belli eder. Diğer bir deyişle, yapılan analizler ve sonucunda ortaya çıkan planlar, hiçte öyle beklendiği gibi "saf bilim" ve "objektif değerlendirmelere" dayanmaz.

Bu gerçeği, en güzel Hans von Seeckt'in şu sözlerinde görürüz:

"Bir Genelkurmay tarihi kaleme alınacak olsaydı..bu oldukça müsbet bir çalışmanın tarihi olacak; kendini beğenmişlerden ve mağrur bir şekilde teslimiyet gösterenlerden; gösteriş ve kıskançlıktan, bütün insani zaaflardan, deha ile bürokrasi arasındaki savaştan ve zafer ile yenilginin gizli nedenlerinden söz edilecekti. Bazı şöhretleri ebediyen tarihe gömecek ve trajedi boyutundan da yoksun olmayacaktı." ("Hitler'in Generalleri konuşuyor." Liddel Hardt kitabından alıntı)

Başka söze gerek yok!

7 Nisan 2017 Cuma

2. Dünya Savaşı'nda Nazi Almanya'sının müttefiki olarak Bulgaristan'ın oynadığı rol / Bölüm 2!

İnsanlık tarihinin en büyük trajedileri arasında yer alan 2. Dünya Savaşı'nın, göz ardı edilen unsurlardan birisi, Mihver Paktı'nda yer alan Bulgaristan'ın askeri ve politik konumudur. Yazının başında vurgulamam gereken nokta, 1908 yılında bağımsızlığını kazanarak kurulan devletin adı, 1946 yılına kadar "Bulgaristan Krallığı" olmuştur. Ama, yazıda okuması kolay olsun diye, "Bulgaristan" ismini kullanıyorum.

Konuyla ilgilenen bir çok kişi Bulgaristan'ı, coğrafi açıdan komşu oldukları Romanya ile aynı küfeye koyar. Kabataslak bir ayırım yapıldığında, Balkanlar'da yer alan ülkeler, ya, Yugoslavya, Arnavutluk ve Yunanistan gibi, Mihver kuvvetleri tarafından işgal edilmiştir; ya da Romanya ve Bulgaristan gibi, politik ve askeri açıdan, onların yanında yer almıştır.

Bu Romanya örneği için geçerli olabilir; ancak, Bulgaristan'ın Nazi Almanya'sı ile olan ilişkisi daha farklı ve karmaşıktır.

2. Dünya Savaşı'na katılan ülkelerin tarihi incelenirken çoğu zaman, 1917 Sovyet Devrimi sonrasında oluşan S.S.C.B.'nin ve sosyalizm/komünizm akımının bütün diğer Avrupa 
ülkelerinde yarattığı etki ve tepkiler küçümsenir. (Bu olgunun Bulgaristan örneğinde gelişimi konuyu anlamak açısından önemlidir.)

Özellikle, Macaristan, Romanya, Bulgaristan, Çekoslovakya, Baltık ülkeleri gibi sınırlı bir nüfusa sahip ülkeler, (Bunlarla karşılaştırıldığında dev gibi duran Yugoslavya'yı bile, sahip olduğu özel koşular nedeniyle, bu gruba dahil edebiliriz!) bir taraftan faşizm diğer taraftan komünizm akımları arasında kalmışlardır.

Sözü edilen tüm ülkelerde sosyalist akımlar doğmuş, bunları temsil eden gruplar zamanla güçlenmeye başlamışlardır. Bu gelişmeye doğal bir tepki olarak, milliyetçilik akımı da, kendisine yeni taraftarlar bulmuştur. Gerek nüfus, gerekse G.S.M.H bakımından ancak kendine yetebilen bu ülkeler, ortaya çıkan bu yeni bölünme yüzünden sosyo-politik ve ekonomik karışıklıklarla karşıya kalmışlardır.

A.B.D., İngiltere ve Fransa gibi, Dünya ekonomisine ve uluslararası politikaya hükmeden ülkeler, bu iki akım karşısında çok pasif bir rol üstlenince, giderek saldırganlaşan ve savaşın başlarında inanılmaz bir başarı ivmesi gösteren Nazi Almanya'sına katılmak, onlar için, neredeyse kaçınılmaz bir seçenek olarak görülmüştür. Savaş sonrası tarih yazımında özelikle fazla ön plana çıkartılmaz ama, 1930'ların Avrupa'sında, Fransa ve İngiltere gibi, savaşta Almanya'nın en büyük düşmanları olan ülkelerde bile, faşizm hareketi çok sayıda taraftar toplamıştı.

Hitler'in iktidara geldiği ve Nazilerin önlemez yükselişinin başladığı 1933 yılından itibaren, yukarıda sayılan ülkeler arasından, Nazi Almanyası veya Sovyet işgaline uğramayan, Romanya, Macaristan ve Slovakya farklı tarihlerde Mihver devletleri arasına katılmışlardır. Bunlara en son katılan Bulgaristan olmuştur.

1 Mart 1941 tarihinde imzalanan bu antlaşmanın Bulgaristan için cezbedici tarafı, 2. Balkan ve 1. Dünya Savaşlarında kaybettiği toprakları geri alma vaatleriydi. Konunun ele alındığı ilk yazıda belirttiğimiz gibi, 7 Eylül 1940 tarihinde imzalanan Craiova antlaşması ile Romanya, yukarıda sözü edilen antlaşmalardan birisi ile Bulgaristan aldığı Dobruca bölgesinin güneyini geri vermek zorunda kalmıştır.

  
Kral III. Boris, 2. Dünya Savaşı'nın başlangıcından beri, ilk yazıda bahsettiğimiz Rus ve Alman yanlıları arasında ki dengeyi bozmamak için, "tarafsız" kalma yönünde ağırlığını koymuştur. Ancak, Almanya'nın desteğiyle (hatta  Romanya'yı zorlamasıyla) imzalanan Craiova antlaşması sayesinde Bulgaristan'ın yüzölçümünü savaşmadan arttırmış olması, ülke içinde, "Büyük Bulgaristan" taraftarlarının ve faşistlerin elini güçlendirmiştir. Bu akımların etkisini arttıran diğer adım, dolaylı olarak Mussolini'den gelir.

Akdeniz'i yeniden bir "Mare Nostrum" yapma hayali gören, İtalyan diktatör Yunanistan'ı işgale kalkar. Arnavutluk'u işgal etmiş olan İtalyan kuvvetlerinin Yunanistan'a saldırması sonucunda ortaya çıkan bu yeni savaşta aldığı yenilgiler ve İngiltere'nin Yunanistan'a gönderdiği askeri birlikler, Hitler'in 1941 yılı için yaptığı planlarda değişikliğe neden olur.

Hitler, Mayıs 1941 ortalarında planlanan Sovyet saldırısı öncesinde, güney kanadını ve özellikle Romanya'da ki petrol üretim tesislerini (Yunanistan'a yerleştirilen RAF bombardıman uçaklarının menziline girdiğinden dolayı!) güvenceye almak için, Yunanistan'ı işgal etmeye karar vermiştir. Coğrafi açıdan, Yugoslavya ve Bulgaristan böyle bir işgal için, 2 anahtar ülke konumundadır. (Yugoslavya hükümeti ile bir anlaşma imzalanır. Ancak, Sırplardan oluşan Müttefik yanlısı bir subay grubunun komuta ettiği askeri darbe sonucu hükümet yıkılır. Kurulan yeni hükümet Almanya ile yapılan anlaşmayı iptal edince, askeri açıdan, Yugoslavya'nın da işgali zorunlu hale gelir.)

"Büyük Bulgaristan" hayali gören Bulgarlar için, Yugoslavya ve Yunanistan'ın işgaline katılmak, kaçırılmaması gereken bir fırsattır. 2. Balkan Savaşı ve 1. Dünya Savaşı'nda Bulgar kökenlilerin bu iki ülkede yaşadıkları bölgeleri, özellikle Batı Trakya ve Makedonya, tekrardan ele geçirmek hayaliyle, krala baskı yaparlar. İç ve dış politika açısından her türlü manevra alanında yoksun kalan III. Boris'in onayıyla, Bulgaristan 1 Mart 1941 tarihinde Mihver paktına katılır. (Şunu da unutmayalım, 23 Ağustos 1939 yılında imzalanan Sovyet-Alman saldırmazlık antlaşması, Bulgaristan içinde ki Alman karşıtlarının elini kolunu bağlayan başka bir neden olmuştur!) Alman birliklerinin, planlanan Yugoslavya ve Yunanistan saldırısı için, her iki ülkeye komşu olan Bulgaristan sınırları boyunca mevzilenmelerine izin verilir.
Gelelim kral III. Boris'in, savaşın geri kalan kısmında Bulgaristan'ın, en azından aktif olarak savaş dışı kalma konusunda ki çabalarına:

-Mihver Paktına katılmasına rağmen, Yugoslavya ve Yunanistan'a saldırıya hiç bir Bulgar birliğini göndermemiştir. Ancak, her 2 ülke teslim olduktan sonra, Bulgar ordusu, Bulgar kökenlilerin ağırlıklı olarak yaşadıkları Makedonya ve Batı Trakya topraklarını işgal etmişlerdir. (Bu birlikler, ağırlıklı olarak 1942 yılının ortalarından itibaren, özellikle demiryollarına ve askeri garnizonlara saldıran komünist gerillalarla çatışmışlardır.)  
(Not: İşgalle birlikte, bu toprakları "Bulgarlaştırma" amacıyla sürgün, toprak ve mallara el koyma, Bulgarca dışında ki dilleri konuşmayı yasaklama gibi bir çok uygulama başlatılmıştır. Bu uygulamaların sertliği Eylül 1941 tarihinde Drama Ayaklanmasına yol açmış ve binlerce Yunanlının hayatına mal olmuştur. Sırf bu ayaklanma bile ayrı bir yazı konusudur.)

-22 Haziran 1941 tarihinde Nazi Almanya'sının başlattığı Sovyetler Birliği'ne saldırıya hiç bir Bulgar birliği göndermediği gibi, Sovyetler Birliği'ne savaş bile ilan etmemiştir. (Sadece, Bulgar donanmasına ait torpido bot benzeri teknelerle Sovyet donanmasına ait gemiler arasında küçük ölçekli çatışmalar yaşanmıştır.)

-Bulgaristan sınırları içerisinde yaşayan Bulgar Yahudilerinin çalışma kamplarına gönderilmesine izin vermeyerek, Hitler ve SS'lerin işlediği insanlık suçuna ortak olmamıştır.

1943 yılının Ağustos ayında Berlin'e yaptığı ziyarette Hitler'in, Doğu Cephesinde ki savaşa katılma konusunda kendisine yaptığı baskıya rağmen duruşunu değiştirmemiştir. (Bu görüşme ile ilgili olarak hiç bir yazılı kayıt yoktur.) Berlin'den dönüşünden hemen sonra, aniden ölmüştür. Bu durum, Almanlar tarafından zehirlendiği iddialarının ortaya atılmasına neden olmuştur.

Ölümünden sonra, yerine sembolik olarak 6 yaşında ki oğlu II. Simeon geçmiştir. Savaşın Mihver Paktının aleyhine gelişmesi sonucunda, Bulgaristan 23 Ağustos 1944 tarihinde taraf değiştirmiş ve Sovyet ordusu yanında Alman ve Macar ordularına karşı savaşa katılmıştır.

Her ne kadar yazının ana konusu Bulgar kralı III. Boris olsa da, o dönemin iç ve dış politikasına değinmeden, onu değerlendirmek mümkün olmadığından, geniş kapsamlı bir yazı oldu. Uzun lafın kısası, III. Boris, daima kendi ülkesini ön planda tutarak, Bulgaristan'ı mümkün olduğu kadar savaş dışında tutmaya çalışmıştır.

Mihver Paktının yenilmez göründüğü dönemde dahi, hem asker (Doğu Cephesine birlik yollamayarak) hem de sivil (Yahudi Soykırımına karşı çıkarak) kayıplarını mümkün olan en düşük düzeyde tutmak için bizzat Hitler'e bile kafa tutmuştur.

1 Nisan 2017 Cumartesi

“Bugünü anlamak için, #tarih“ dergisinin, 35. sayısı (Nisan 2017)!

Her ayın, olmazsa olmaz, süreli yayını, “Bugünü anlamak için, #tarih“ dergisinin, 35. sayısı (Nisan 2017) çıktı.




Bu sayının kapak konusu, Sultan Abdülaziz'in Batı'ya yatığı gezi. "Avrupa'ya ilk Barış Seferi" başlığıyla, bir Osmanlı sultanının yaptığı bu ilk Avrupa seyahatinin 130. yılı nedeniyle, konuya kapakta yer verilmiş. 

Bu sayıda yer alan diğer konular arasından iki tanesi "Osman Hamdi, İstanbul arkeoloji müzeleri 125. yılı" ve "Neyzen Tevfik: Hiciv ve Ney üstadı, şahane derbeder" başlıkları ile ön plana çıkmış.

"Edito“ başlığı altında, editör Gürsel Göncü’nün yazısı, „interaktif“ kısmında, okuyuculardan gelen, e-postalar, fotoğraflar, soru ve cevaplar, Kasım ayında, gün ve gün, Dünya tarihinden seçmeler, bilmece ve çoktan seçmeli 10 soru, ajanda, gastro tarihi, kurmaca, hafıza-ı beşer, gezgin göz, isimli bir çok bölüm daha, farklı konularla okunmayı bekliyor.
Bu ayki sayfa sayısı 116 olan derginin, satış fiyatı 15.- TL.
Her ay olduğu gibi, yine “dolu dolu“ bir dergi okunmayı bekliyor.

İlginizi çekebilecek diğer yazılar: