Öne Çıkan Yayın

Günün sözü: "Fransa'ya, "Liberté, égalité, fraternité", "süvari, piyade, ve topçuluk"'dan daha az rehberlik etmiştir."

"Liberté, égalité, fraternité" özdeyişi dilimize "Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik" olarak çevrilebilir. Bu üçlemenin ne a...

Doğu cephesi (1941-1945) etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Doğu cephesi (1941-1945) etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Temmuz 2017 Perşembe

14 günde kazanılan zafer!

22 Haziran 1941 tarihinde başlayan Barbarossa Harekâtı öncesinde, Nazi Almanya'sı ordusunun üst düzey komuta kademesinden başlayarak, ordunun çoğunluğuna hakim olan "iyimserlik" ve "aşırı güven" duygusunu vurgulayan bazı alıntılara daha önce yer vermiştik.

"Bir tekmeyle yıkılacak kadar çürümüş bir yapı" veya "İskambil kağıtlarından oluşan ev" olarak nitelendiren S.S.C.B. ve ordusu hakkında, harekât başladıktan sonra, özellikle Genelkurmay Başkanı Franz Halder'in günlüğüne düştüğü bir not göze çarpar.

Harekâtın ilk bir kaç haftası içinde, Merkez Ordular Grubu'nun, Minsk ve sonrasında Smolenks'de gerçekleştirdiği kuşatma muharebeleri sonucunda, toplamda 600.000 küsur asker esir düşüp, 6.500'e yakın tank savaş dışı bırakılınca, Temmuz başında, Franz Halder, şu notu düşer:

"Bundan böyle, Rusya'ya karşı bu seferin 14 günde kazanıldığını söylemek gerçekten çok iddialı olmayacaktır."



Ancak, özellikle Smolenks kuşatması esnasında yaşanan yüksek kayıplar ve kendini artarak gösteren lojistik sorunlar yüzünden, Temmuz sonunda, Alman ordusunun ilerlemesi durdu. Her ne kadar, sınır boyunca mevzilenmiş olan Sovyet birliklerinin büyük bir kısmını savaş dışı bırakmış olsalar da, yedeklerden kurulan yeni birlikler aralıksız karşı-saldırılar düzenlemekteydiler.

Doğuya doğru ilerleyen ordunun "mızrak başı" fonksiyonunu üstlenen motorize ve mekanize birlikler cephane, yakıt ve her türlü malzeme sıkıntısı çektikleri gibi, her geçen gün daha fazla kayıp vermekteydiler.

Bu gelişme karşısında, günlüğüne düştüğü yukarıda belirtilen nottan 1 ay geçmeden, Franz Halder, şu düzeltmeye yapmak zorunda kalmıştır:

"Durum, Rusya'nın devasa gücünü hafife aldığımızı göstermektedir. Şimdiye kadar 360 piyade tümeni saptadık. Bu tümenler, bizim anladığımız biçimde silahlandırılmamışlar ve taktik açıdan kötü yönetilmekteler. Ama bunlar var. Biz bir düzinesini yok ettiğimizde, Ruslar kolaylıkla yerine bir düzine daha koyuyorlar."

Diğer bir deyişle, Alman istihbaratı yine yanılmıştı...

4 Şubat 2017 Cumartesi

Barbarossa Harekâtı'nın ilk 3 ayında Luftwaffe ve tank tümenlerinin yaşadığı lojistik sorunlar!

"Blitzkrieg" konsepti anlatılırken, çoğu zaman, Luftwaffe'nin, panzer tümenlerine verdiği yakın ateş desteği ile lojistiğin ve bu görevi yerine getiren birimlerin önemi göz ardı edilir. Bu her iki birimin önemi, Doğu cephesinin ilk 3 ayı incelenince, daha bariz bir biçimde ortaya çıkar. 
Barbarossa Harekâtı'nın, özellikle ilk 3 ayı içerisinde, Alman Panzer tümenleri günde 50 mili (80 kilometre) geride bırakırken, en büyük sorunları yakıt ikmaliydi. Her ne kadar her tümen kendi organizasyonu içinde, ikmal araçlarına sahiptiyse de, yarma harekâtları esnasında gerçekleşen çarpışmalar, sürekli bir yakıt ve mühimmat ihtiyacı doğuruyordu. Ayrıca, komutanlarını kaybeden veya birliklerinden ayrı düşen Sovyet askerlerinin, Batı ve Güney Avrupalı düşmanlarının tersine, inatla savunmaya devam etmeleri, hesaplanandan daha fazla ikmal ihtiyacı doğurmuştu. Kötü yollar, ikmal araçlarının çoğunun bizzat kendilerinin tamire ihtiyaç duymasına yol açıp, tankları takipten etmelerini engelliyordu. Direniş sonucu kaybedilen ve hareketsiz kalan ikmal aracı sayısı da giderek artınca, ilerleyen tank tümenlerinin ikmal sorununa tek çözüm, Hava Kuvvetlerinin ikmal uçaklarıydı.

1940 Batı seferinde bu görevlerini başarıyla yerine getiren Hava Kuvvetlerinin karşısına hiç beklemedikleri bir engel çıktı. Düşman hatlarına büyük bir başarıyla yarıp, hızla ilerleyen panzer tümenleri sayesinde, cephenin 1.600 kilometreyi aşan bir genişliği yanında gün geçtikçe artan bir derinliğe sahip olması. Bu genişlik ve derinliğe sahip bir cephenin farklı bölgelerinde ilerleyen tank tümenlerinin hepsine gereken ikmali sağlamak tüm lojistik organizasyonu, düşman direnişine bile gerek kalmadan çok zorluyordu.


Almanların "Tante Ju" ("Teyze Ju"), Müttefiklerin "Iron Annie" (Demir Annie) adını taktıkları nakliye uçakları, her ne kadar Almanlar göklere çok kısa sürede hakim olmuşlarsa da, avcı uçaklarının eskortuna gerek duyuyordu. Bu görevlerinin yanında, avcı uçaklarını çok daha yıpratan bir başka bir eskort görevi, Ju-52, Stuka pike bombardıman uçaklarını korumakla ilgiliydi.



Bu pike bombardıman uçakları, tank tümenlerinin sık sık ihtiyaç duyduğu, "uçan topçu" görevlerini yerine getirmekte cephe genişledikçe ve derinleştikçe zorlanıyorlardı. Diğer bir deyişle, Luftwaffe gerek ikmal gerekse ateş desteği konusunda nereye yetişeceğini şaşırmıştı. Uçakların ve pilotların sayısı sınırlı olduğu gibi, her ikisinin de bakım, tamir ve molaya ihtiyaçları vardı. Hızla doğuya doğru ilerleyen tank tümenlerinin menzil alanlarından çıkmalarına izin vermemesi gereken Luftwaffe birlikleri, sürekli olarak, Almanya'da ki ana bakım ve depolardan uzaklaşmaktaydılar. Görev süreleri durmadan uzayan ve sıklaşan uçakların bakım, tamir ve mühimmat ihtiyaçları buna paralel olarak durmadan artıyordu. Harekât öncesinde yapılan planlamalarda öngörülenden çok daha fazla sayıda malzemenin, işgal sırasında imha edilen tren ve yol altyapısı eksikliği nedeniyle, Almanya'dan daha çok sayıda uçakla, giderek daha uzak bir mesafeye, daha sık nakliyesi gerekiyordu.
Luftwaffe personeli ağaç kütüklerinden bir korugan inşasında

Diğer tarafta, Sovyet Hava Kuvvetleri, her ne kadar savaşın ilk ayında yaklaşık olarak 5.000 adet uçak kaybetmesine rağmen, neredeyse sonu olmayan bir üretim ve destek zincirine sahipti. Bunda, savaşın başından itibaren Ural dağlarının doğusuna taşınan savaş sanayisi hayati bir role sahipti. Söz konusu fabrikalar, Alman bombardıman uçaklarının menzili dışında kaldıklarından, hiç bir engelle karşılaşmadan üretimlerine devam edebiliyorlardı. Diğer taraftan, üretilen yeni uçak tipleri, gerek avcı gerekse bombardıman kategorisinde, Alman uçakları ile boy ölçüşebilecek teknolojideydiler.
(Sadece, yeni pilotların yeni uçaklara alışmaları için biraz zaman gerekiyordu ki, bu savaşın ilk yılında, Sovyet havacılarının verdiği kayıpların, belli bir düzeyin altına inmesini engelleyen, en önemli unsur olacaktı.)


Bu lojistik sorunları Yıldırım Savaşı konseptinin iki ana unsurunu oluşturan panzer tümenleri ile onlara çabuk ve etkili bir ateş gücü desteği sağlayan Luftwaffe'nin kombine operasyonlarını aksatarak, harekâtın planlara uygun bir biçimde ilerlemesini yavaşlatmıştır. Bunun Sovyetlere faydası, yedeklerin seferberliği için zaman kazanmaları ve farklı bölgelerde birden fazla direniş hattı oluşturmaları şeklinde kendini göstermiştir.

19 Aralık 2016 Pazartesi

Günün kitabı: Hitler’i yenen adam, Mareşal Jukov / Geoffrey Roberts

Bugünkü kitap köşemizde, „Hitler’i yenen adam, Mareşal Jukov“ başlıklı kitaba yer veriyoruz.


Kalkedon Yayıncılık tarafından Şubat 2016 tarihinde piyasaya verilen kitap 432 sayfa. Tercümesi Eser ulun ve İdem Erman tarafından yapılmış. „Önsöz“ ve „Kronoloji“ kısımları haricinde, 14 ana bölüme ayrılmış.
1-Sic Transit Gloria: Mareşal Georgi Jukov’un zafer ve düşüşleri
2-Efsanevi gençlik yılları: Köylü çocuk komünist bir asker oluyor.
3-Bir askerin yaşamı: Bir kızıl komutanın eğitimi, 1922 - 1938
4-Halhin-Gol 1939: Bir generalin kanı
5-Kiev’de Savaş oyunları ve hazırlıklar, 1940
6-Yoksa felaketin baş mimarı mıydı? / Jukov ve 22 Haziran 1941
7-Stalin’in generali: Leningrad ve Moskova’yı kurtarmak, 1941
8-Zaferin mimarı mı? Stalingrad 1942
9-Na Zapad! Kursk’tan Varşova’ya 1943 – 1944
10-Kızıl fırtına Almanya’nın fethi 1945
11-Taşraya sürgün: Gözden düşme ve rehabilitasyon 1946 – 1954
12-Savunma Bakanı: Zafer ve Parodi
13-Son savaş: Tarih için mücadele 1958 – 1974
14-Zaferin mareşali
Bildiğim kadarıyla, bu eser, kitabın yazarı, Geoffrey Roberts’ın dilimize kazandırılan ilk eseri. 1952 İngiltere doğumlu Roberts, son 20 yıldır, 2. Dünya Savaşı öncesi ve esnasında Sovyet diplomasisi ve  özellikle Stalin ve Jukov konularında uzmanlaşmış bir askeri tarih yazardır. İrlanda’da ki College Cork Üniversitesi’nde, modern tarih bölümü profesörüdür. Eserleri hakkında getirilen genel eleştiri, yoğunlukla Sovyet kaynaklarını kullandığından dolayı, olaylara bakış açısında Sovyet perspektifinin ağır olduğudur.
Başlıca eserleri,
The Soviet Union and the Origins of the Second World War, 1995           (Sovyetler Birliği ve 2. Dünya Savaşı’nın nedenleri)
The Unholy Alliance: Stalin’s Pact with Hitler, 1989                                         (Uğursuz İttifak: Stalin’in Hitler’le işbirliği)
Victory at Stalingrad: The Battle That Changed History, 2002                      (Stalingrad’da zafer: Tarihi değiştiren muharebe)
Stalin’s wars: From World War to Cold War, 1939-1953, 2006                     (Stalin’in savaşları: Dünya Savaşı’ndan Soğuk Savaş’a, 1939 – 1953)
Bugün tanıttığımız, „Hitler’i yenen adam, Mareşal Jukov“, isimli kitabı da, 2012 yılında çıkan son eseridir. “Yayınevi, kitaplarını tercüme etmeye neden sondan başladı?” sorusundan yola çıkarak, diğer kitaplarını yayınlamayı, en azından şimdilik düşünmedikleri, sonucuna varabiliriz.
Kitapla ilgili küçük bir anektod: 2. Dünya Savaşı Doğu cephesine olan merakımdan dolayı, kitabın orijinali hakkında, daha önceden bilgi toplamıştım. Kalkedon Yayıncılığın kitabını ilk gördüğümde, çok sevindim; ancak, bir değişiklik olduğunu düşündüm. Kısa bir süre sonra farkına vardım ki, kitabın başlığında küçük bir değişiklik yapmışlar. 2012 yılında basılan, orijinal kitabın başlığı, “Stalin’s General: The life of Georgy Zhukov” şeklinde. Dilimize tercüme edildiğinde, bizde satılan kitabın başlığının, “Stalin’in generali Georgz Jukov’un hayatı” olmalıydı. Ancak, ya editör, ya da yayınevinin daha yüksek mevkide ki bir yöneticisi, “Stalin” isminin, satış rakamlarını düşürebileceğini düşünüp, “küçük”, ama ülkemizin koşullarında “gerekli” bir değişiklik yapmışlar. (“Rus salatasının” isminin, “Amerikan salatası” olarak değiştirildiği ülkemizde, haklılar!) Başka bir açıdan bakıldığında, daha önce de vurgulamıştım; “Hitler“ ismi satar! Ticari açıdan, kendileri için doğru bir karar vermişler. Yayınevi, kitap içindeki ilk sayfaya, “İkinci Dünya Savaşı Dizisi: 1” şeklinde bir “not” düştüğüne göre, diğer askeri tarih kitaplarını sabırsızlıkla, bekliyebiliriz.

İlginizi çekebilecek diğer yazılar:

29 Kasım 2016 Salı

Harekâtlar ve stratejik önemleri bağlamında Tayfun Operasyonu!

1941-1945 Doğu Cephesi ile ilgili makalelerde genel olarak, konu edinilen operasyonun stratejik nedenleri, hedefleri, hazırlanışı, gelişimi, tarafların askeri güçleri, vb. unsurlar ele alınır.

Hangi birlikler, hangi komutanlar tarafından yönetilmiş. Asker ve araç gereç sayısı, kullanılan silahların özelliği, hava ve arazi koşulları, üst düzey politika ve komuta kademesinin beklentileri gibi dış faktörlerin operasyona etkileri irdelenir.

Çoğu zaman, operasyonun sonucu bağlamında alınan stratejik kararlara ise, bir kaç cümle ile değinilir. Diğer bir deyişle, şöyle bir geçiştirilir.

Oysa, bir operasyonun başarısı veya başarısızlığı, verilen ve düşmana verdirilen kayıplar, tüm savaşın gidişi açısından değil bölgesel, küresel bir önem bile taşıyabilir.

Buna verilecek en iyi örnek "Tayfun harekâtı"'dır. 1941 yılı Ekim ayı başında Alman Merkez Ordular grubunun Moskova'yı ele geçirmek için başlattığı Tayfun Harekâtı, Kasım ayı sonunda, verdiği büyük kayıplar nedeniyle başarısızlığa uğramıştır.
Bu sonucun, 2. Dünya Savaşı genel stratejisinde, özellikle İngiltere açısından büyük bir önemi vardır. O tarihte, Nazi Almanya'sına karşı verdiği kara savaşında tek müttefiki olan, Sovyetler Birliği bir yenilginin eşiğindeydi. Bunun gerçekleşmemesi, her iki ülke içinde büyük bir moral kaynağı olmuştur.
Diğer taraftan, Nazi Almanya'sı, Britanya Hava Savaşı başarısızlığı haricinde, ilk yenilgisini almıştır. Başka bir açıdan bakarsak, bu sonuç, Kara Kuvvetlerinin aldığı ilk yenilgidir.
Sonuca Sovyet Rusya'yı işgal planı açısından bakarsak, 2. Dünya Savaşı başladığından beri, uygulamaya koyduğu tüm planları başarıyla sonuna kadar götüren Alman Silahlı Kuvvetleri, ilk defa askeri bir operasyonda başarısız olmuştur.

7 Temmuz 2016 Perşembe

Günün kitabı: Hitler'in şirret kadınları / Wendy Lower

Bugün tanıtmak istediğim kitap, Claremont McKenna Üniversitesi'nde tarih profesörü olan Wendy Lower isimli, bir bayan yazara ait. (Cinsiyetini özellikle vurguladım, çünkü, bizim ilgi alanımızda, ender rastlanan bir durum!)

Yazdığı kitap, aslında, daha da ender rastlanan bir konuyu incelemekte. Yahudi Soykırımı başta olmak üzere, Nazi Almanya'sında, sistematik olarak işlenen insanlık suçlarında, "kadın Naziler''in rolünü irdelemiş.


Orijinal ismi, "Hitler's Furies" olan kitap, 2013 yılında piyasaya sunulmuş. Kitabın dilimize tercümesi, Ebru Sürmeli tarafından yapılmış ve Koton Kitap Yayınevi tarafından Şubat 2014 tarihinde ülkemizde kitapçılara dağıtılmış.

İçindekiler:

-Ana karakterler
-Giriş
-1. bölüm: Kayıp Alman kadınları kuşağı
-2. bölüm: Doğu'nun size ihtiyacı var
-3. bölüm: Tanıklar
-4. bölüm: Suç ortakları
-5. bölüm: Failler
-6. bölüm: Neden öldürdüler?
-7.bölüm: Onlara ne oldu?

Sonsöz, teşekkür ve notlar kısımlarından oluşuyor.

Kitap, toplamda 327 sayfadan oluşuyor ve 25.- TL'lık bir satış fiyatı var.

Kitabın ismini yeni duyan veya kitabevinde raflarda görüp, şöyle bir gözden geçirip yerine bırakanlar için, bir not eklemek istiyorum. Wendy Lower, toplama kamplarında çalışan Alman gardiyan kadınlardan bahsetmiyor. O konuda, daha önce başka araştırmalar yapıldı. Bu çalışmada, sayıları yaklaşık 500.000 (evet, yarım milyon!) kadar, Nazi felsefesine (Üstün ırk düşüncesine) inanmış, gönüllü Alman kadınının, özellikle Doğu cephesinde, çok çeşitli alanlarda (hastahane, karargah, depo, öğretmen, laboratuvar görevlisi gibi) yaptıkları çalışmalar ve insanlık suçlarında işbirlikleri anlatılıyor.

Bu defalık, kitabın Almanya baskısında ki kapağının da fotoğrafını ekliyorum; çünkü bence, bu içeriğini daha iyi vurgulamış.

22 Haziran 2016 Çarşamba

Barbarossa Harekâtı'nın başlamasının 75. yılı nedeniyle, Alman hükümeti, bir video yayınladı.

Alman Hükümetinin resmi web sayfasından alıntı, Barbarossa Harekâtı'nın başlayışı nedeniyle, kısa bir video...




26 Nisan 2016 Salı

Günün kitabı: Hitler'in Müslüman askerleri / M. Sami Sert

Bugün tanıtmak istediğim kitap, hem bildiğim kadarıyla, dilimizde kendi alanında tek, hem de yazarı ile kitap basılmadan önce, bizzat tanışma imkanı bulduğum bir eser.

Sami Sert, gerek biz Türkleri, gerekse Müslümanları, ilgilendiren bir konuya ilgi duymuş. 2. Dünya Savaşı'nın ikinci yarısında, Wehrmacht'da kurulmuş olan Müslüman/Türk kökenli tümenleri ele alan bir kitap yazmış.

Bilge Karınca Yayıncılık tarafından 2012 yılında piyasaya sürülen kitap, 494 sayfadan oluşuyor ve benim o zaman ki alış fiyatım, 25.- TL.


Yazının başında da belirttiğim gibi, kitap, bildiğim kadarıyla, kendi alanında bir ilk. Doğal olarak, kendisine örnek alabileceği bir çalışma yok. Sami beyle konuştuğumda, bu konuda, elimde bir kaç adet, Alman araştırmacı tarafından yazılmış kitap olduğundan tavsiye etmemin pek bir anlamı kalmamıştı. Çünkü, hem kitap basım aşamasındaydı, hem de kendisi Almanca bilmediğini söylemişti.

Kaynakça kısmında, çok az sayıda yabancı dilde esere yer verilmiş. Buda, her ne kadar bir eksiklik olsa da, kitabı okurken, bunun ortaya çıkan esere bir zarar verdiğini söyleyemem.

Araştırmacı/yazar, konuya gerçekten, mümkün olan bir çok açıdan ve derinlemesine analizlerle yaklaşmış. Almanya, Sovyetler Birliği, Türkiye, Afganistan, İran, Japonya ulusal ve uluslararası politikalar bazında ele alınmış.

Bunun yanında, Sovyet topraklarında yaşayan bir çok Türk kökenli kavmin, Sovyet devriminden başlayarak, 2. Dünya Savaşı'nın sonuna kadar olan süreç içerisinde, hem Sovyet Rusya sınırlarında, hem de sürgün/iltica/kaçma şeklinde farklı nedenlerle yerleştikleri ülkelerde ki faaliyetleri, kitabın önemli bir kısmını kapsıyor. Kısacası, yazar, konuyu bir kontekst/bütün içerisinde aktarmak için, 3 sene boyunca araştırmış ve eline geçen bilgilerin çoğunu kitaba aktarmış.

Doğal olarak, bu kadar yoğun bir bilgi birikimini, bir kitap içinde derlemeye kalktığınızda, anlatım akışının bazı bölümlerde düşmesi, ya da gereksiz tekrarların oluşması kaçınılmaz. (Bazı bilgilerin, farklı bölümlerde tekrarlanması, konunun bütünlüğü açısından gerekli!)

Ancak, beni daha çok rahatsız eden konu, kitap baskısında kullanılan kağıdın kalitesi, daha doğrusu, kalitesizliği. "Saman kağıt" dediğimiz standarttan, biraz daha yüksek kalitede bir kağıt kullanılmış. Maliyeti ve buna bağlı olarak satış fiyatını mümkün olduğu kadar düşük tutmak için, böyle bir karar verilmiş olması ülkemiz koşullarında anlaşılır bir gerçek. Ama, kitapta kullanılan fotoğraflar bundan çok olumsuz etkilenmiş. Kağıdın "sarımsı" rengi, basım esnasında, fotoğraflara da yansımış.

Göze hemen çarpan diğer bir unsur, bir kısım fotoğrafların çok küçük basılmış olması. Neredeyse, büyüteç gerekiyor.

Ancak, konu ile ilgilenen herkes, saydığım bu unsurları, gözardı ederek kitabı okumalı.

20 Ocak 2016 Çarşamba

Günün kitabı: Moskova - Stalingrad - Berlin / Theodor Plivier


Bugün tanıtmak istediğim, diğer bir üçleme, Alman yazar Theodor Plivier'ın yazdığı, bir "belgesel"-roman dizisidir.

Yazar, Moskova - Stalingrad - Berlin üçlemesi ile, 2. Dünya Savaşı'nda, Doğu cephesinin en ünlü üç şehir muharebesini anlatmıştır.


Yazar, 1.Dünya Savaşı’nda Alman donanmasının „SMS Wolf“ isimli korsan gemisinde mecburi tayfalık yaptı. Söz konusu gemi, kendi sınıfında, Alman Deniz Kuvvetleri'nin en başarılısıdır. 400 gün boyunca, hiç bir limana uğramadan, sadece batırdığı düşman gemilerinden ele geçirdiği erzak ve malzemeyle, neredeyse tüm Dünya denizlerini dolaşarak, Almanya’ya geri dönmeyi başarmıştır.
„Büyük Savaş“ sonrası, yazarlığa başlayan Plivier, her iki savaş sonrasında yazdığı eserlerde, savaş karşıtlığını ve ulusal suçluluk kavramını işleyen ilk Alman yazarlarındandır.
Nazilerin iktidara gelmesinden sonra, eşiyle birlikte, Sovyetler Birliği’ne iltica eden yazar, savaş sonrasında, özellikle, Stalingrad’da esir düşmüş bir çok Alman subayı ve askeri ile konuşarak, „Stalingrad“ isimli eserine, neredeyse belgesel bir nitelik kazandırmıştır. 1945 yılının ikinci yarısında Almanca baskısı gerçekleştirilen kitap sayesinde, Alman halkı, ilk defa, Stalingrad yenilgisinin ayrıntıları hakkında gerçekçi bir bakış açısına kavuşmuştur.


2. Dünya Savaşı hakkında ki eserlerinin orijinal ve Türkçe tercümelerinin basım tarihleri şöyle:
Stalingrad       (1945 - 1978),
Moskau           (1952 - 1977),
Berlin              (1954 - 1978).
Tercümeleri, Semih Yazıcıoğlu tarafından yapılmış olan kitaplar, ortalama olarak 400 sayfalık eserlerdir. Günümüzde, sahaflarda kolaylıkla bulunabilen, uygun fiyatlı bir üçlemedir. Rahat okunan, bu akıcı kitapları tavsiye ederim.

23 Eylül 2015 Çarşamba

Barbarossa Harekâtı ve sonrasında, Alman ordusu hangi hataları yaptı?

22 Haziran 1941 tarihinde başlayan "Barbarossa Harekâtı" ile 2. Dünya Savaşı'nın Doğu cephesi açılmıştır. 02 Mayıs 1945 tarihinde Berlin'in düşmesiyle biten Nazi Almanya'sı ile Sovyetler Birliği arasında ki savaş, bir çok kitaba konu olmuştur ve olacaktır. Sovyetler Birliği'ne saldırınca kadar, "yenilmez bir ordu" izlenimi bırakan Nazi Almanya'sı ordusu, Wehrmacht'ın hangi temel hataları yenilgiye yol açmıştır? Çoğu zaman göz ardı edilen soru ise, hangi nedenlerden dolayı bu savaşı kazanamazlardı? (Onbaşı'nın hatalarından bahsetmeye gerek yok!)

Bu cephede Almanya 6 milyon insan, kaybederken, Sovyetlerin kaybı 27 milyonu buluyor. (Sivil ve asker olarak!)

Alman genelkurmayı,

ülkenin genişliğini ve derinliği,          

(Bunun askeri sonuçları: Lojistik felaketi! İnsan ve silahların beslenmesi, tedariki, bakımı, tedavisi, tamiri, çok geniş bir alana yayıldı. Eldeki, lojistik birimler, bu devasa mesafeler ve ulaşım imkanlarının kötülüğü nedeniyle çok yetersiz ve/veya geç kaldılar.)

Doğu insanının inatçılığını ve direnme gücünü,

Sovyetler Birliği’nin sahip olduğu insan ve doğal kaynaklar kapasitesini,

Sovyet savaş sanayisinin üretim kapasitesini,

Sovyet silah teknolojisinin T-34 tankı, Katyuşa roketleri, IL-2 Stormovik yer saldırı uçağı, 76m.'lik ZİS serisi topları, gibi silahları dizayn ve üretim biikimini,
“Sosyalizm”’in ve “Stalin diktatörlüğünün”, kitleleri savaşa motive edici yöntemlerini (pozitif ve negatif), küçümsemiştir.

Doğu cephesinde, sonucu belirleyen tek bir muharebe yoktur.

1941 Moskova, 1942 Stalingrad, 1943 Kursk, 1944 Bagration Harekâtı, 1945 Berlin, en çok bilinenleri olsa da, araya sıkışmış ve çoktan unutulmuş veyahut bilerek arka plana itilmiş çok sayıda muharebe vardır. Bunların çoğu da, 1 haftalık veya 1 aylık değil, aylar boyunca süren, farklı yerlerde ki çatışmalardan oluşur.

1941 Smolensk, 1942 Mars Harekâtı, 1942- 1943 Kafkaslar, 1942 Sivastopol, 1942-43 Demyansk, 1941-1942 ve 1943 Harkov, bunların en önemlileri arasındadır.

Birbirinden ayrı, 3 adet Harkov muharebesi olduğunu düşünürsek, bu bile bize, ne kadar geniş bir coğrafyadan ve uzun bir savaş sürecinden bahsettiğimiz hakkında, küçük bir fikir verir.

Konu çok uzun ve geniş kapsamlıdır. Öyle bir kitapla ele alınamayacak konuyu, tek bir makaleye sığdırmaya kalkışacak değiliz...

30 Temmuz 2015 Perşembe

Günün kitabı: Alman taarruzunda Temmuz 1941 Rusyası / Grigoriy Baklanov

2. Dünya Savaşı Doğu cephesi,askeri tarih kitapları ağırlıklı olarak, Stalingrad, Moskova, Kursk, Leningrad, Bagration harekâtı gibi konuları ele alır. Bu sayılan şehir muharebeleri ve operasyonlar tabii ki, çok önemli dönüm noktalarıdır.

Ancak, "Barbarossa Harekâtı" 22 Haziran 1941 tarihinde başladıktan sonra, gelişen olayları ve çarpışmaları merak ederseniz, okuyabileceğiniz fazla kitap yok. Hele, dilimize tercüme edilmiş olanları, maalesef çok az.

Bunlardan birisi, Kastaş yayınları tarafından 1986 yılında basılmış olan "Alman taaruzunda Temmuz 1941 Rusyası" isimli kitap.

Grigoriy Baklanov'un yazdığı, Türkçemize Naime Yılmaer tarafından tercüme edilen 234 sayfalık bir kitap.


Kitabın kapak resmi pek profesyonelce olmasa da, konu ile ilgilenenlerin başvuracağı ender kaynaklardan birisi..

12 Temmuz 2015 Pazar

Kutusov Harekâtı / Kursk muharebesi /

Bundan, 72 yıl önce, bugün, 12 Temmuz 1943 tarihinde, Sovyet ordusu, "Kutusov Harekâtı"'nı başlattı.
2. Dünya savaşı ile ilgilenenlerin çoğu, "Kursk muharebesi"'ni bilir.
Az bilinen konu, Kursk muharebesi, Alman ordusunun "Zitadelle Operasyonu" ile başlamış, Sovyet ordusunun, karşı-saldırısı olan "Kutusov Operasyonu" sonuçlanmıştır.
Kursk çıkıntısında yer alan, 10 ilâ 12 adet Sovyet ordusunu klasik bir kuşatma hârekatı ile yok etmeyi planlayan Alman Genelkurmayının planı, 05 Temmuz tarihinde uygulanmaya konulmuş, ancak, yüksek kayıplara oranla, elde edilen az toprak kazanımı nedeniyle 11 Temmuz günü durdurulmuştur. (Bu kararda, Müttefiklerin, 10 Temmuz'da Sicilya'ya çıkarma yapması da önemli bir rol oynamıştır!)
Almanların harekâtı sona erdirmelerinden bir gün sonra, rezervde bekleyen Sovyet orduları, kuzey ve güneyden, (Alman planının aynısının, aynadaki görüntüsü olarak tanımlayabiliriz!) karşı-saldırıya geçmişlerdir. 12 Temmuz'da başlayan Kutusov Harekâtı 18 Ağustos'a kadar devam etmiş ve 38 gün sonunda, tüm Alman ordularını, Orel bölgesinden geri püskürterek, önemli bir stratejik başarı elde etmiştir.
Sovyet ordusu, her zaman olduğu gibi, büyük kayıplar vermiştir. 430.000 ölü, yaralı ve kayıp asker yanında, yaklaşık 2600 tank/tank avcısı tahrip edilmiştir.
Alman ordusunun kaybı, 115.000 asker ve 230 tank/tank avcısı şeklindedir.
Alman kayıpları, çok daha az olmasına rağmen, gerek sahip oldukları insan ve araç kaynağı, gerekse üretim kapasiteleri nedeniyle, bu iki harekât sonucunda, Alman ordusu, Doğu cephesinde, "stratejik inisiyatifi" bir daha ele geçirememek üzere kaybetmiştir.

4 Temmuz 2015 Cumartesi

Günün kitabı: Stalin’s Beutezug / Die Plünderung Deutschland’s und der Aufstieg der Sowietunion zur Weltmacht / Bogdan Musial !

Sırada ki kitap, Bogdan Musial’ın yazdığı, Stalin’s Beutezug (Stalin’in yağma seferi) ismini taşıyor.

Alt başlık daha açıklayıcı:

"Die Plünderung Deutschland’s und der Aufstieg der Sowietunion zur Weltmacht" (Almanya’nın yağmalanması ve Sovyetler Birliği’nin, bir „Dünya Gücü“ olması)

512 sayfalık kitap, 13 Nisan 2010 tarihinde, List yayınevi tarafından basılmış.

Cep kitabı formatında ki baskısının fiyatı 11 -€.


Aslında, bu kitabı okumadan önce, aynı yazarın „Kampfplatz Deutschland“ (Savaş alanı Almanya) isimli kitabını okumak gerekiyor. Basım tarihi 2008.

Bogdan Musial, 1960 doğumlu bir Polonyalı. 1985 yılında Almanya’ya sığınmış ve 1992 yılında Alman vatandaşlığına geçmiş.

1990 –1998 yılları arasında tarih, sosyoloji ve politika (politik bilimler) eğitimi almış. 1998 yılında „İşgal altında ki Polonya’da Yahudi zulmü“  isimli teziyle doktorasını aldı. 1991 – 1998 yıllarında Friedrich-Ebert Vakfının bursundan faydalandı.

1999 -2004 arasında Alman tarih Enstitüsünün Varşova şubesinde görev yaptı. 2005 yılında doçent oldu. 2007 yılından beri Varşova Ulusal Hafıza Enstitüsünde görevlidir. Bir çok makalesi vardır ve 2 kitap yazmıştır.

Yazarın ele aldığı konu oldukça ilginç ve bugüne kadar ihmal edilmiş. Her ne kadar 2. Dünya Savaşı ile alakalı da olsa, savaş sonrası dönemi içerdiğinden dolayı, bugüne kadar üstünde durulmamış.

Diğer önemli bir neden, de, Sovyet devlet arşivlerinin, ancak, 1990’ların ortasından itibaren, batılı araştırmacılara açılmış olması.

Kitaba getirilebilecek ilk ve en önemli eleştiri, kitabın başında ilan edilen konunun, 512 sayfalık kitabın, ancak, 125 sayfasında ele alınmış olması. Geriye kalan kısımlarda, savaş öncesi Alman-Sovyet ilişkileri, Almanya’nın ihtiyaç duyduğu hammaddeler karşılığında, gerçekleştrilen teknoloji ve silah transferi, Sovyet tank endüstrisinin gelişimi, savaş esnasında Sovyet birliklerinin uğradığı moral bozukluğu karşısında alınan önlemler, vb. konulardan bahsediyor.

Bilhassa Sovyet tank endüstrisini ve Barbarossa harekâtının ilk 2 yılında, Sovyet ordusunun geçirdiği evrim, anlattığı bölümler çok ilginç. Ancak, kitabın başlığında ilan edilen „konu“ ile pek alakalı değil bu noktalar. Bundan dolayı, kitabı, doğrudan konu ile ilgilendiği için alanların, belirli bir düzeyde „hayal kırıklığına“ uğradığı bir gerçek. Hele, kitabın, ancak, % 25‘ inin, „ana konu“‘ya ayrıldığını düşünürsek…

Bu eksikliği bir kenara bırakırsak, yazar, savaş sonrasında, sadece Almanya’nın değil, diğer tüm Sovyet orduları tarafından kurtarılan (ve zamanla, işgal edilen!) Doğu Avrupa ülkelerinde ki, sanayi işletmelerinin, yeraltı kaynaklarının ve ticari malların sistematik olarak, uzunca bir süre Sovyetler Birliği’ne aktarıldığını, kaynaklarla okuyucuya sunmuş.

Bir Polonya’lı olarak, ülkesinin, gerek savaş başında gerekse savaştan sonra, hangi süreçlerden geçtiğine ayrıntılı yer vermiş. Bu konuya ayırdığı sayfa ve kaynak, belki bazı okuyucuları rahatsız edebilir, ama, bence çok doğal.

Bu arada, 2. Dünya Savaşı’nda asker ve sivil olarak en büyük kayba uğrayan, ekonomik, ticari ve kültürel açıdan en geniş kapsamlı yıkımı yaşayan Sovyetler Birliği’nin, savaşı kazanan taraf olarak, „tazminat“ istemesi çok doğal. Bunun ölçüsünü ve sürekliliğini saptama konusunda, işin ayarı bozulmuş olabilir. Bunu da gözden kaçırmamak gerekir.

27 Mayıs 2015 Çarşamba

Günün kitabı: Unternehmen Barbarossa / Der deutsche Krieg im Osten 1941-1945 / Christian Hartmann

Bugün, Almanca kitaplarımıza birini daha ekliyoruz.

Christian Hartmann tarafından yazılan, "Unternehmen Barbarossa / Der deutsche Krieg im Osten 1941-1945" (Barbarossa Harekâtı / Almanya'nın doğuda ki savaşı 1941 -1945) isimli kitap, C.H.Beck yayınevinin, "Bilgi" (Wissen) serisinden 2011 yılında basılmış. 128 sayfalık kitapda, 5 harita ve6 fotoğraf  bulunmakta.
"Okuma listesi / Tavsiye edilen kitaplar", "Kişi  listesi", "Yer listesi" gibi bölümleri çıkartınca, 
128 sayfanın 100 sayfası metne ayrılmış.




Yazar Christian Hartmann, Münih Tarih Enstitüsünde görevli, “Ulusal Sosyalizm diktatörlüğünde Alman Silahlı Kuvvetleri” projesi başkanı ve Alman Silahlı Kuvvetleri Münih Üniversitesi’nde doçent olarak görev yapmaktadır.
2011 yılında ilk baskısı yapılan kitabın, ben de ki kopyası, 2012 yılında yapılan 2. baskısına ait.
Kitap, kendi içinde, 10 bölüme ayrılmış. Giriş ve ek adı altında ki, çok kısa 2 bölümü çıkarırsak, 8 ana bölüm var.


-Politik I:1940/41


-Varsayımlar


-Savaş I:1941/42


-Alman işgal yönetimi


-Alman savaş suçları


-PolitikII:1941-45


-Savaş II:1943-45


-Savaşın Sonuçları


Herhalde, 2. Dünya Savaşı ile ilgilenip de, “Barbarossa Harekâtı” hakkında, bir fikir sahibi olmayan kimse yoktur. Bilhassa 1991 yılında, Varşova Paktının yıkılması ile, Sovyet arşivleri, Batılı araştırmacılara da açıldı. Böylelikle, ilgi duyan herkes, 2. Dünya Savaşı’nı, bir de Sovyetlerin gözüyle görme olanağına kavuştu. Yapılan araştırmaların ve bunların kağıda dökülmesinin bir kaç yılı kapsadığını varsayarsak, 2000’li yıların başından itibaren, bu yeni(!) bilgilere, bizlerde okuyucu olarak ulaşma imkanı bulduk.
Christian Hartmann, aradan geçen, yaklaşık 10 yıl sonunda, bu yeni eserlerin en azından bir kısmına dayanarak, “yeni savaş tarihi” yazımına önemli bir katkıda bulunmuş.
yıla dağılmış ve ortalama cephe uzunluğu 3000 km olan bir savaşı 200 küsur sayfaya sığdırmak zorundasınız.

Sadece, stratejik, operasyonel ve taktik gelişmeleri özetlemeye kalsanız, bu sınırlamanın çok ötesine geçersiniz.

Buna rağmen, yazar, sadece, cepheyi değil, cephe gerisini, sadece komutanları veya muharebeleri değil, sıradan askeri ve sivilleri, öncesi ve sonrası ile 2. Dünya savaşı Doğu cephesini, her iki taraftan ana hatlarıyla anlatmayı çok iyi becermiş.

Özellikle vurgulamak istediğim nokta, cep formatında bir kitap için kulanılan 5 adet harita, çok iyi bir seçim.

Ana hatları bu kadar iyi bir araya getiren, özet zor bulunur.

Anlatımı çok akıcı ve anlaşılır bir dil kullanmış.
Bu seride ki tüm kitaplar gibi, "cep formatında" ve fiyatı, 8,95 €!

13 Kasım 2014 Perşembe

Günün kitabı: Kaybedilen zaferler / Erich von Manstein

Nazi Almanya'sının, ordusu "Wehrmacht"'ın en başarılı stratejik dehası olarak kabul edilen, Erich von Manstein'ın, 1955 yılında basılan "Verlorene Siege" (Kaybedilen Zaferler) isimli kitabı, 7 yıl gibi kısa bir süre sonra, dilimize tercüme edilmiş.
1962 yılında, Kara Kuvvetleri Komutanlığı İstanbul Askeri basımevi aracılığıyla piyasaya sunulan kitabın, Türkçe baskısı, 657 sayfa.
2. Dünya Savaşı boyunca, Polonya seferinden, 30 Mart 1944 tarihine kadar Doğu cephesinde görev yapan Manstein'ın anıları, konuya ilgi duyan herkes için vazgeçilmez bir eserdir.
Kara Kuvvetleri'nin yaptırdığı tercüme, aradan geçen 52 yıl içerisinde, günümüz Türkçe'si ile kıyaslandığında, bazı bölümlerde doğal olarak zorluyor. Ancak, kitabın içinde ki haritaların da çok özenli bir biçimde dilimize tercüme edildiğini özellikle vurgulamak gerekir. Piyasada bulunması gerçekten zor ve doğal olarak pahalı bir kitap. Bulup alabilenler kıymetini bilsinler.


Kitabın Almanca orijinalinin 2009 baskısının kapak resmi:



İlginizi çekebilecek diğer yazılar:

29 Temmuz 2014 Salı

Yugoslavya ve Yunanistan işgali nedeniyle, Barbarossa Harekâtı'nın başlama tarihinin ertelenmesi mi başarısızlığa yol açmıştır?

İtalyan diktatör Mussolini'nin başarısız kalan Yunanistan'ı işgal planından dolayı, 15 Mayıs 1941 tarihinde başlaması planlanan Barbarossa Harekâtı, Yugoslavya ve Yunanistan'ın işgalinden sonraya kalmıştı.

Alman Genelkurmayı tarafından Mart sonunda yapılan tahminlerde, her iki ülkenin işgalinin, yaklaşık olarak 4 hafta sürebileceği hesaplanmıştı. Savaştan sonra yapılan analizlerin çoğunda, askeri tarihçiler ve Wehrmacht üst düzey komuta subayı, bu 4 haftalık gecikmenin, Barbarossa Harekâtının başarısızlığına yol açtığını iddia etmişlerdir. Hatta, bazıları, daha da ileri gidip, Nazi Almanya'sının savaşı kaybetmesinin nedeni olarak bu 4 haftalık gecikmeyi göstermişlerdir.

İkinci iddianın tutarsızlığı üzerine herhangi bir yorum yapmaya bile gerek yoktur. (Hem S.S.C.B. hem de A.B.D.'ne savaş ilan eden bir Nazi Almanya'sının ayakta kalması imkansızdı.) Ancak, ilk iddiayı, biraz daha değişik formüle ederek, "4 haftalık gecikme, Nazi Almanya'sı ordularının, Moskova'yı almasını engellemiştir." diyebiliriz.

Ancak, yaklaşık olarak, son 20 yıldır yapılan araştırmalarda başka bir yaklaşım göze çarpıyor. O da, coğrafya ve iklim gibi birbirine bağlı iki doğal unsura dayanmakta. İlki, 1941 ilkbaharının alışılmıştan daha geç başlaması ve daha uzun sürmesi nedeniyle, karların geç erimesi ve çamurlu bahar döneminin uzun sürdüğü saptamasıdır. Bu hava koşullarının, altyapıyı ve zaten kötü durumda olan toprak yolları nasıl bir çamur deryasına çevirdiği kesindir.



Diğer taraftan, çamurlu bahar dönemi geçtikten sonra bile, eriyen kar suları ile taşan veya en azından debisi artarak, genişleyen nehirlerin, Haziran başına kadar, saldıran taraf için önemli bir engel teşkil ettiği hesaplanmıştır.


Bu koşullarda, Balkan seferi olmasa bile, Barbarossa Harekâtının saptanan tarih olan 15 Mayıs 1941'de başlayamayacağı, bir çok askeri tarihçi tarafından iddia edilmektedir.

28 Haziran 2014 Cumartesi

2. Dünya Savaşı'nda Doğu cephesi ve Aleksandr A. Bek'in yazdığı "Moskova önlerinde" romanı!


Sovyet yazar Aleksandr A. Bek'in, 1944 yılında, Rusça basılan "Volokolamks Highway" (Volokolamsk otoyolu) isimli romanı dilimize çevrildikten sonra, 3 ayrı yayınevi tarafından piyasaya verilmiş.
Yazarın kendisi, 1941 Moskova savunmasında, savaş muhabiri olarak görev yapmış, sonradan orada yaşadıklarını bu romanda anlatmıştır. 
Kitabın dilimize ilk basımı, May yayınları tarafından, 2 cilt olarak, 1974 yılında gerçekleştirilmiş.


1985 yılında, Kastaş yayınları, yeniden 2 cilt halinde, ama bu sefer, kendi "cep kitabı" formatında yayınlamış.


Son basım,1999 yılında, Oda yayınları tarafından, 575 sayfalık tek kitap halinde gerçekleştirilmiş.


22 Haziran 2014 Pazar

Günün kitabı: Barbarossa Harekâtı / Guido Knopp

Nazi Almanya'sının, Sovyetler Birliği'ni işgal etmek için başlattığı "Barbarossa Harekâtı'nı ele alan ve dilimize tercüme edilen, diğer bir kitap, Guido Knopp tarafından yazılmıış.

Orjinali, 1998 yılında Almanca basılan, "Lanet savaş, Barbarossa Harekâtı", Pencere yayınları tarafından 2006 yılında basılmış. 368 sayfalık kitavı, İsmail Toksoy tercüme etmiş.


Knopp'un "Stalingrad / ders ve uyarı" isimli diğer kitabı da, 2004 yılında aynı yayınevince dilimize kazandırılmıştı.

Paul Carell'in üç ciltlik kitabı ile karşılaştırılınca, daha kısa, okuması daha kolay bir eser. Ayrıca, Knopp'un, Carell gibi, "Nazi"'lerle ortak bir geçmişe sahip olmadığını da göz önünde tutmamız gerekir.

7 Haziran 2014 Cumartesi

1942-1943 Doğu cephesi ve “stratejik yedek” kavramı!

Stalingrad sonrasında, yani, 1943 yılı Şubat başından itibaren, (BN: Aslında, Kızıl Ordu’nun operasyonlarının sayıca çokluğunu ve yayıldığı coğrafyayı göz önünde bulundurarak, 1942- 1943 kışı olarak tanımlamak daha doğru olur!) Wehrmacht, 1.000 kilometreyi aşan bir cephenin, birden çok kısmında, Kızıl Ordu’nun neredeyse, aynı zamanlı, karşı-saldırılarına göğüs germek zorunda kaldı.

Sözünü ettiğimiz, 1942-1943 kışında, Wehrmacht bir önceki, 1941-1942 kışı ile karşılaştırıldığında, en azından malzeme açısından daha hazırlıklı, tecrübe açısından daha avantajlı olmasına rağmen, halen üstesinden gelinemeyen birkaç önemli dezavantaja sahipti.
-Kızıl Ordu’nun asker sayısı bakımından üstünlüğü,

-Her ne kadar Tiger tanklarının üretimine başlanmış ve bir kısmı Doğu cephesine gönderilmiş olsa da, savaş alanlarında, Kızıl Ordu’nun tank bakımından sayıca üstünlüğü, (BN: Savaş sonuna kadar da öyle olacaktı!)
-Gerek top, gerekse Katyuşa roketlerinin kullanımı sayesinde, “topçu desteği” olarak nitelendirebileceğimiz uzun menzilli saldırı ve savunma desteğinde, Kızıl Ordu’nun üstünlüğü devam ediyordu.

Sayısal üstünlüğün yanında, piyade silahları ve tank, kamyon, top vb. araçlarının üretimi, bakımı ve tamiri Alman araçlarına nazaran daha kolay ve daha kısa sürmekteydi ki, bu unsur, gerek muharebe öncesinde, gerekse sonrasında Kızıl Ordu’ya önemli bir avantaj daha sağlamaktaydı. (BN: Ülke ekonomisi açısından, maliyetlerin düşük olması konusuna burada değinmiyorum.)
Tüm bu sayısal üstünlüğün yanında, bilhassa, operasyonel düzeyde Kızıl Ordu’ya avantaj sağlayan iki unsur daha vardı. Birincisi, gerek tanklar, gerekse tüm paletli araçların paletlerinin genişliğinin, Rus ikliminin yarattığı çamurlu ve karlı yollar ile arazi koşullarına uygun olarak hazırlanmış olmasıydı. İkincisi, bilhassa, kamyonların aks ve şanzıman donanımlarının söz konusu arazi koşullarına daha dayanıklı olarak üretilmiş olmasıydı. Bilhassa ilkbahar ve sonbahar dönemlerinde, aşırı yağmurların başladığı veya karların eridiği dönemlerde ordu ve kolordu düzeyinde harekâtlarda, çok sayıda asker ve silahın hızlıca gereken hedeflere taşınmasında, bu avantajlar hayati önem taşıyordu.

Diğer önemli bir nokta, “savaş bilimi” üzerine hiç eğitim almamış ve psikolojik durumu her geçen gün daha da bozulan Hitler’in, cephede ki her harekâta karışmasıydı.
Benim bugün ele almak istediğim konu ise, Wehrmacht’ın elinde, yeterli sayıda ve güçte mobil yedek (ihtiyat) kuvvet olmamasıydı. 22 Haziran 1941 tarihinde, “Barbarossa Harekâtı” başladığında, asker ve sivil her Alman “kısa süreli bir zaferden” o kadar emindi ki, kimse, olası bir düşman saldırısı karşısında, “stratejik yedek” olarak kullanılabilecek bir güç organize etmeyi düşünmemişti. (Bu yanılgıya düşen, sadece Almanlar değildi. Amerikan genelkurmayı bile, Kızıl Ordu’nun 6 haftadan fazla dayanamayacağını düşünüyordu. Evet, 6 hafta! Savaşın neredeyse 4 yıl sürdüğünü düşünürsek…)
Benim, “stratejik yedek” olarak isimlendirdiğim, “savaş prensipleri ”’ni oluşturan unsurların en önemlilerinden birisidir.

Kısaca bir tanımlama yapmak istersek: Savaş, kaos demektir. Moltke’nin (Yaşlı) deyimiyle, “Her harekât planı, harekât başladığı anda, geçersiz hale gelir.” Bunu bilen, her Genelkurmay, yapılan her saldırı ve savunma planı için, yedek bir kuvvet ayırır. 2. Dünya Savaşı’ndan itibaren, “hareketlilik” (İng. mobility) muharebelerin hayati unsurlarından biri haline geldiğinden, bu söz konusu, yedek kuvvetin, motorlu ve zırhlı araçlara sahip olması kaçınılmaz olmuştur. Bir de, Doğu cephesi gibi, neredeyse, uçsuz bucaksız mesafelerin hakim olduğu, bir savaş alanında, bu olmazsa olmaz bir koşuldur.
Doğu cephesinde, bilhassa, 1942-1943 kışı, “stratejik yedek” eksikliğinin, bir orduyu (bu örnekte, Wehrmacht’ı) nasıl zorladığına güzel bir örnektir. Kuzey Buz Denizi’nden, Karadeniz’e kadar uzanan bir cephede, Kızıl Ordu’nun aynı anda olmasa da, birbirini takip eden birden fazla operasyona başlamaları, Alman Genelkurmay’ını çok zor durumda bırakmıştır.

2. Dünya Savaşı’nı konu edinen kitaplarda, sürekli bir “Blitzkrieg ”’den  (Yıldırım Savaşı) bahsedilse de, Wehrmacht’ın Rusya seferine, 1.500.000’dan fazla atla çıktığı gerçeği genelde göz ardı edilir. (Her ne kadar son zamanlarda, “Blitzkrieg” ’in, Wehrmacht’ın operasyonların da ki önemini tartışan kitaplar yayınlanmaya başladıysa da!) Burada vurgulamak istediğim nokta, Doğu cephesinde, Wehrmacht’ın elinde, yeteri kadar motorize birlik olmadığıydı. Az sayıda ki, motorlu zırhlı birlik, ya ancak bulundukları bölgede ki, Kızıl Ordu saldırılarına karşılık vermişler, ya da, kuşatılma veya yarılma tehlikesinde ki bir bölgeden diğerine “seyyar yedek kuvvet” rolü oynayarak yardıma gönderilmişlerdir. Bu tip az sayıda ki birliğe, Wehrmacht’ da “yangın söndürücü” (İng. fire brigade) lakabı takılmıştır.
“Stratejik yedek” olarak isimlendirdiğim bu birlikler, 2. Dünya Savaşı’nın koşullarında sadece, tank, zırhlı hücum topu veya tank avcısından oluşmuyordu. (Zaten, o günkü savaş koşullarında, yetersiz kalırdı.)  Zırhlı araçlara bindirilmiş piyade(Panzer Grenadier: zırhlı-mekanize piyade), kundağı motorlu top, kundağı motorlu uçaksavar, motorlu (ve zamanla hafif zırhlı araçlara sahip olan) keşif birlikleri şeklinde farklı destek birimlerinden oluşan bir kuvvet söz konusuydu. Bu birliklerde görev alan piyadeler, tanklar başta olmak üzere, tüm zırhlı araçlara karşı kullanabilecekleri tanksavar silahlara sahiptiler ve doğal olarak, bu tip yakın mücadele için özel eğitim almışlardı.

1942-1943 kışında Wehrmacht gerçekten beklenenin çok üstünde bir savunma beceresi göstermiştir. Stratejik yedek gücünün eksikliği yanında, lojistik desteğin zayıf olması ve Hitler’in ne pahasına olursa olsun geri çekilmeme emri,  Kızıl Ordu’nun saldırılarına hedef olan birliklerin, zamanla kuşatılmasına neden oldu. Gerek hava koşulları, gerekse Luftwaffe’nin (Alman hava Kuvvetleri) yetersiz kalışı, havadan ikmali, bir-iki istisna dışında, anlamsız kıldı. Yine hava koşulları ve yukarıda belirtildiği gibi, motorize zırhlı birliklerin eksikliği veya Doğu cephesinin her yerine yetişememeleri, Wehrmacht’ın düzenlediği bazı karşı saldırıların sonuca ulaşamamasına neden oldu.
Kendilerini başarıyla savunan Wehrmacht birlikleri bile, sonunda, cephane yetersizliğinden dolayı, geri çekilme amaçlı yarma harekatları gerçekleştirmek zorunda kaldılar. Her ne kadar yaralılarını beraberlerinde götürmek istedilerse de, ya bir kısmı gönüllü artçı olarak kaldı, ya da büyük bir kısmı yarma harekatı sırasında öldü veya esir düştü. Bu durum ağır yaralılar için zaten söz konusu değildi. Onları terk etmek istemeyen belirli sayıda tıbbi personelde gönüllü olarak Ruslara esir düştüler. (BN: Doğu cephesinde her iki taraf içinde Cenevre antlaşması koşulları çok ender koşullarda geçerliydi!)
Diğer bir deyişle, stratejik yedek gücün eksikliği, yukarıda ki paragrafta belirtilen diğer unsurlarla birleşince, savaşan Wehrmacht birliklerinin, başarılı geri çekilmeler gerçekleştirseler bile, malzeme ve asker sayısı açısından önemli kayıplar vermesine yol açmıştır. Nazi Almanya’sı, Sovyetler Birliği’ne kıyasla, insan gücü ve askeri malzeme üretme kapasitesi açısından daha zayıf olduğundan, bu kayıplar hiçbir zaman tam anlamıyla giderilememiştir.

Tabii ki ,“stratejik yedek” eksikliği, Wehrmacht’ın Doğu cephesinde yenilgiye uğramasını tek nedeni değildir. Ancak, en önemli eksikliklerden birisi olarak, 22 Haziran 1941 tarihinde, başlayan Barbarossa Harekâtı ile “sınırlı savaştan” “topyekün savaşa” dönen, Doğu cephesinde, Wehrmacht’ın kaçınılmaz yenilgisini hızlandırmıştır.