Öne Çıkan Yayın

Günün sözü: "Fransa'ya, "Liberté, égalité, fraternité", "süvari, piyade, ve topçuluk"'dan daha az rehberlik etmiştir."

"Liberté, égalité, fraternité" özdeyişi dilimize "Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik" olarak çevrilebilir. Bu üçlemenin ne a...

askeri tarih yazımı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
askeri tarih yazımı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Şubat 2017 Pazar

"Askeri tarih yazımının gelişiminde Niccolö Machiavelli ve "Savaş Sanatı üzerine" isimli kitabının yeri!

Bugün, 1469-1527 yıları arasında yaşamış siyaset kuramcısı, yazar ve devlet adamı olan Niccolö Machiavelli'in ülkemizde az bilinen bir eseri olan "Savaş Sanatı Üzerine" isimli kitaptan bahsedeceğiz.

Machiavelli’nin sağlığında yayımlanmış tek siyasal içerikli eseri olan bu kitap, bizzat kendisi tarafından da en önemli yapıtı olarak isimlendirilmiştir.


1519-1520 yılları arasında yazdığı ve 1521′de yayımlanan kitap da siyasal ve teknik boyutlarıyla savaş olgusunu irdelemiştir.

Ana hatlarıyla askeri ve politik olmak üzere 2 bölüme ayrılan kitabın ilk baskısı 7 kitapçık halinde basılmıştır. Floransa’da beş kişinin katıldığı bir söyleşi biçiminde yazılmıştır. Söyleşiye katılanlar arasında ön plana çıkanlar Machiavelli''n arkadaşı Cosimo Rucellai ve dönemin ünlü komutanı Fabrizio Colonna'dur.

Ortaçağ'da hakim olan yönetim felsefinin aksine, politika ve savaşın bir bütün olduğunu savunur.
Yaşadığı dönemde hüküm süren İtalyan şehir devletlerinin savaş için kiraladıkları paralı askerler yerine, vatandaşlarından kurulan sivil kuvvetlere bırakmaları gerektiğini vurgular.

Ortaçağ dönemi savaşlarında eksik olan organizasyon, disiplin, komuta ve kontrol hiyerarşisi, geri hizmetler gibi unsurları gündeme getirmiştir. Polibios, Frontinus ve Vegetinus gibi ünlü Romalı asker ve tarihçilerin yazdığı eserlerin okuyarak, Roma ordusunun organizasyonunu, disiplinini örnek almış. Roma'nın askeri yönü yanında toplum bireylerinin askerliği bir yurttaşlık görevi olarak gördüklerinin vurgulamıştır. (Roma Cumhuriyeti döneminde!)


Voltaire tarafından  "Avrupa’ya savaşmayı öğretti" diyerek değerlendirdiği kitap Batı kültürünün askeri tarihini anlamak isteyenler için vazgeçilmez bir kaynaktır.

13 Ekim 2014 Pazartesi

Gustav Adolf ve "askeri standartlaştırma"!

Askeri tarih yazımında, klasik olarak kabul edilen eserlerin büyük bir kısmı, “Batı uygarlığı” diye isimlendirdiğimiz bölgeden çıktığını daha önceki  yazılarda vurgulamıştım. Buna yol açan en önemli neden, yazılı malzemenin büyük bir çoğunluğunun, bu coğrafyada, çok daha iyi koşullarda korunmuş olmasıdır.

Batı ve Orta Avrupa askeri tarihçileri, diğer bir deyişle, Anglo-Amerikan yaklaşım, 16. yüzyıl sonunda Maurice von Nassau’yu, modern askeri mekanizmaların başlangıcı olarak kabul eder.
Moğollar kalıcı kurumsal yapılar kurmadıklarından, Çinlilerse çok uzak bir coğrafya da yer aldıklarından, söz konusu değerlendirmeye dahil edilmezler.

Hollanda’da Maurice von Nassau askeri birimlerin disiplinli birer kurum olmasını sağlayan düzenlemeler ve taktik reformları yapmıştır.

İsveç kralı Gustav Adolf, süvari ve özellikle topçu birliklerinin donanımı ve taktik bazda kullanımı konusunda yeni bir örgütlenme gerçekleştirmiştir. Her iki birimde muharebelerde daha esnek bir düzende kullanılarak, etkinlikleri arttırılmıştır.

Her ikisi de temelde, kendisine, İspanyol "tercio"'ların organizasyonel yapısını örnek olarak almıştır.

Bugün, elinde ki küçük bir ordu ile, 17. yüzyıla damgasını vurmuş olan İsveç kralı Gustaf Adolf’dan bahsedeceğim.

İsveç kralı Gustaf Adolf, 17. yüzyılda, gerçekleştirdiği askeri reformlarla, sayısal açıdan küçük bir ordusu olan İsveç’i, o devrin önemli askeri güçleri arasına sokmuştur.
Elinde ki gücün sayısal açıdan sınırlı bir kapasiteye sahip olduğunu kavrayarak, bu dezavantajı giderecek önlemler almıştır. Herşeyden önce, ordunun ateş gücünü arttırmıştır. Buna paralel olarak, topçu ve piyade birliklerinin harekât kabiliyetini yükseltmiştir. Bu iki unsuru birbiriyle kombine etmiş, böylece, düşman kuvvetlerine, muharebe alanında, hızlı hareket eden birlikleri ile birçok yerden, yüksek bir ateş gücüyle büyük kayıplar verdirmiştir.

O devrin muharebe taktikleri doğrultusunda, hareketli bir orduya sahip olmanın birinci koşulunun eğitim ve disiplin olduğunu kavramıştır. Piyadelerinin muharebe koşullarında gerekli hareketleri, düzenlerini bozmadan yapabilmeleri için, onların çok sıkı bir eğitime tabii tutmuştur. Az sayıda askere sahip olmanın getirdiği dezavantajı, birliklerin mevcudunu azaltıp, birlik sayısını arttırarak çözmüştür. Daha az sayıda askere sahip bir birliğin azalan ateş gücünü 2 yöntemle arttırmıştır.

Yüksek düzeyde disiplin, askerlerin dakika başına atış oranını arttırırken, verilen eğitim, isabet oranını yükseltmiştir. Kullandığı ikinci yöntem ise, muharebe taktikleri açısından askerlik tarihinin dönüm noktalarından birini oluşturdu. Topçunun kullandığı top ve mermileri standartlaştırarak, tarihinin en etkili “sahra topçusunu” yaratmıştır. Topçularını, atlı çekicilerle desteklemiş, yine bu çekicilere takılı, mermileri taşıyan cephane arabaları yaptırmıştır. Bu sayede, topçuları hem hızla muharebe alanı çevresinde ve içinde hareket etmiş, hem de o güne kadar görülmemiş yükseklikte bir atış hızına sahip olmuşlardır. Top çekicilerine eklenen cephane arabaları sayesinde, muharebe esnasında, topçunun o güne kadar sık sık karşılaştığı, cephane sorunu da çözülmüştü.

Gustav Adolf, bu niteliklere sahip sahra topçusunu, piyadelerine yakın destek vermeleri için kullanınca, düşman kuvvetlerinin belirli noktalarında, muharebenin başlamasından kısa bir süre sonra, yüksek kayıplar nedeniyle, saflar bozulmuştur. Bu deliklerden, hücum eden İsveç birlikleri, düşmanın arkasına sarkarak, kendilerinden kat kat üstün kuvvetlerin geri çekilmelerini veya bozgun halinde kaçmalarını sağlamışlardır.

Bir sonuca bağlamak gerekirse, Gustaf Adolf’un başarısının temelinde yatan nedenler, küresel olan, askeri disiplin ve askeri eğitim yanında, silah ve cephane konusunda gerçekleştirdiği “standartlaştırma” olgusudur.

7 Ekim 2014 Salı

Askeri tarihçiler: John Keegan

Ünvanı ve göbek adıyla birlikte, John Desmond Patrick Keegan 15 Mayıs 1934 – 2 Ağustos 2012 tarihleri arasında yaşamış İngiliz bir askeri tarihçidir. 14. – 20. yüzyıl savaş tarihi , savaşın doğası, özellikle savaş psikolojisi üzerine uzmanlaşmıştır.

Ülkemizde en çok tanınan ve bir kaç defa basılan kitabı, “Savaş Sanatı Tarihiismini taşıyan, orijinal başlığı “A History of Warfare” olan, bir başvuru eseridir. Orijinal kitabın baskı tarihi 1993 olup, ülkemizde 1995 yılında , Sabah Yayınları tarafından piyasaya sunulmuştur. O dönemde, kalın cilt ve büyük boy formatla piyasaya giren yayınevi, seçtiği eserlerle de bayağı isim yapmıştı

Doruk Yayımcılık tarafından, Aralık 2007 yılında, piyasaya tekrardan sunulan eser bu sefer, 429 sayfadan oluşan klasik formatta basılmıştır. Bu baskıda ki tercümeyi  Selman Koçak yapmış.
Keegan’ın savaş tarihi konusunda ki temel tezi, „Savaşı yaratan temel nedenler, toplumların kültürel gelişiminde yatar.“ şeklinde özetlenebilir. Diğer bir deyişle, Keegan, savaş olgusunun kültürel tarafında ön plana çıkarır. Doğal olarak, Clausewitz’in, „Savaş, politikanın, başka araçlarla devamıdır.“ teziyle, çoğu yerde çatışır ve onu neredeyse, her fırsatta eleştirir.

Savaşa neden olan, önemli politik nedenlerin varlığını reddetmez. Ancak, temel katalizatörün, kültür olduğunu iddia eder.

Bu kitabın da, neredeyse, insanlığın, bilinen ilk çağlarından Nükleer Çağa kadar, savaş tarihini inceleyerek, sadece askeri tarih meraklılarına değil, her tarih okuyucusuna hitap eden, bir başvuru eseri yaratmıştır.

Araştırmalarının temelinde, her ne kadar silah teknolojilerine ve muharebe taktiklerine de yer verse, tezinin temelinde her zaman kültür; yani insan olgusu yatar. Bu bağlamda, toplumların sosyo-kültürel olguları ile, orduların organizasyonel yapısı, toplumu ve bir topluluk olarak orduyu bir arada tutan moral, grup psikolojisi, gibi beşeri öğeleri yaptığı analizlerde ön planda tutar.

„The face of battle“ (Muharebenin yüzü“) isimli kitabında, bu analiz metodunu kullanarak, askeri tarihin, 3 önemli muharebesinde , Agincourt, Waterloo ve Somme, çatışma alanını, sıradan askerin gözünden anlatır. Bu yaklaşımı ile, yayınlandığı 1976 yılında, çığır açmıştır; dersek, fazla abartmış olmayız.

Keegan’a göre, „savaşın doğasıdiye bir şey yoktur. Bir savaşın kökeni, herşeyden önce, kültürel farklılara dayanır. Antropolojinin, askeri tarihi anlama konusunda, önemli bir bilim dalı olduğunu savunmuş ve eserlerinde buna sıkça yer vermiştir.

Savaş Sanatı Tarihibaşlıklı kitabın bölümleri:
-İnsanlık tarihinde savaş
-Taş devri
-Hayvanlar
-Demir
-Ateş
başlıkları altında toplanır. Her bölümün sonunda, „ara bölümadını verdiği, bazı açılardan bağımsız, bazı açılardan, o „anabölümde anlattıklarına değindiği, ekstra bir kısım daha var.

Şahsen, kendi içinde kapalı bir değerlendirme yaptığı bu bölümleri, ben birer bilgi deposu olarak çok büyük bir zevkle okudum.
İlginizi çekebilecek diğer yazılar:
JohnKeegan

7 Ağustos 2014 Perşembe

Askeri tarih yazımında klasik eserler ve yazarlar!

Askeri tarih yazımında, klasik olarak kabul edilen eserlerin büyük bir kısmı, “Batı uygarlığı” diye isimlendirdiğimiz bölgeden çıkmıştır. Bunun en önemli nedeni, insanlığa miras kalan yazılı malzemenin büyük bir çoğunluğunun bu coğrafyada, çok daha iyi koşullarda korunmuş olmasıdır.

Asya ve Uzakdoğu coğrafyasında hüküm sürmüş olan uygarlıklardan kalan eserler ya zamanla yok olmuşlardır; ya da hala bulundukları ülkelerin kütüphanelerinde incelenmek ve küresel askeri tarih kültürüne eklenmek için beklemektedir.

Yunan tarihi açısından
Thukydides,
Xenophon,

Roma tarihi açısından
Polybius,
Tacitus, 

askeri stratejik düşünceyi yazıya dökmüşlerdir.

M.Ö. 400-320 yılları arasında yaşamış olan Sun Tzu, Savaş Sanatı isimli eseriyle sistematik bir yaklaşım göstermiştir. Aradan geçen 2000 yıllık süreden sonra, doğal olarak yazdıklarının bir kısmı farklı bir biçimde dile getirilse de, kitabında ele aldığı konulara dair verdiği bilgilerin çoğu evrensel bir nitelik taşır. 
B. H. Liddell Hart

“Strategy, the indirect approach” isimli kitabında

Balisarius,

Napoleon,

Clausewitz,

Moltke (the older)

gibi ünlü stratejistlerden birer alıntı yaparken, Sun Tzu’dan 14 alıntı yapar. [1]

Savaşa Batı ile Doğu’nun farklı düşünce biçimleriyle yaklaştıklarını düşünenler, Sun Tzu ile Clausewitz’i karşılaştırdıklarında, temel mantığın “küresel” olduğunu görürler. Başka bir yazımda  vurguladığım gibi, toplumlar yaşadıkları coğrafyanın belirlediği koşullar doğrultusunda silah, askeri organizasyon ve muharebe taktikler kullanırlar. Bu da doğal olarak çeşitli farklılıklar gösterir. Ancak, savaşın tek bir amacı vardır. Buna bağlı olarak, savaş stratejisi de zaman ve mekândan bağımsızdır.

Sun Tzu savaşı sadece askeri açıdan değil, siyasi, ekonomik ve sosyo-psikolojik yönleriyle ele alırken, askeri operasyonları, stratejik ve taktik açılardan inceler. O devirlerde kullanılan bir deyim olmadığından “operasyonel” harekât sözü, eserinde yer almasa da, verdiği öğütlerin bir kısmı bu konuya ayrılmıştır.

Diğer taraftan, Eski Yunan adını verdiğimiz çağda, askeri tarih yazımı olarak nitelendirdiğimiz eserlerde, “abartma” olgusuna sıkça rastlarız. (Günümüzden bakıldığında, “tarih yazımı” için kabul edilemeyecek olan bu özellik, o devir eserlerinin neredeyse vazgeçilmez bir özelliğiydi!)

Askeri tarih yazımı konusunda, Sun Tzu’yu bir direngi noktası olarak kabul ettiğimiz için, onun eseri ile yaptığımız bir karşılaştırma da karşımıza çıkan en büyük fark şudur:

Sistematik bir yaklaşım yoktur.

Yaşananların analizinden çıkarılan derslerden belli bir formül yaratılmaya çalışılmaz.

Xenophon, Sun Tzu ile aynı dönem de yaşayıp, Pers İmparatorluğu’nda ki bir iç savaşta savaşıp, geri çekilmek zorunda kalan paralı Yunan askerlerinin Yunanistan’a geri dönüş öyküsünü anlatır.

Ancak, askeri bir harekât öncesinde ve esnasında, göz önüne alınması gereken birçok olguya değinir.

-Birliklerin, kurulan kampın, lojistik desteğin ve hatta geri çekilme rotasının emniyeti,

-Muharebe esnasında baskın ve “ağırlık merkezi” gibi kavramların önemi,

-Uzun bir sefere çıkan ordu da dayanışma, güç tasarrufu ve moral gibi unsurlar sıkça vurgulanır.

Thukydides, M.Ö. 431 yılında, “Peloponnesos Savaşları’nın Tarihi”adlı eseri yazmıştır.

O devirde ki ismiyle, “strategos”, ayni ordu komutanı olarak görev yaptığından, yazdıklarının, askeri tarih yazımı açısından değeri büyüktür.

Devamı var...


[1] Mehmet Tanju Akad, Askeri Tarihte Stratejik Düşünce (İstanbul, Turkey: Türkiye İş Bankası Kültür yayınları, 2013)., s.34