Öne Çıkan Yayın

Günün sözü: "Fransa'ya, "Liberté, égalité, fraternité", "süvari, piyade, ve topçuluk"'dan daha az rehberlik etmiştir."

"Liberté, égalité, fraternité" özdeyişi dilimize "Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik" olarak çevrilebilir. Bu üçlemenin ne a...

topyekûn savaş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
topyekûn savaş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Şubat 2017 Salı

Nazi Almanyası Silahlı Kuvvetleri Avrupa çapında bir savaşa ancak, 1944 yılında girebilirdi!

Alman askeri tarihçi Karl Heinz Frieser’e göre, Nazi Almanyası Silahlı Kuvvetleri Polonya’ya saldırdığında, daha 1936 yılında başlamış olduğu, “inşa” (Almancası: Aufbau) aşamasını sona erdirmemişti.

Gerek Hitler ve etrafında ki üst düzey yöneticiler gerekse Genelkurmay heyeti, Polonya seferinin kısa sürede biteceğini hesaplamışlardı. Nitekim öyle oldu. Ancak, hesaplamadıkları unsur, İngiltere ve Fransa’nın, Polonya saldırısı nedeniyle, Almanya’ya savaş açmalarıydı. (Bu konuda, Hitler, Dışişleri Bakanı Ribbentrop’a fazla güvenmiştir.)  Bu beklenmedik gelişme nedeniyle, Polonya seferi, Almanların beklentisinin ötesine geçerek, bölgesel bir savaştan olmaktan çıkmış; bir Avrupa Savaşı boyutunu almıştır. Alman Genelkurmayı’nın hesaplarına göre, Silahlı Kuvvetler, ancak, tüm Avrupa’yı kapsayan, iki cepheli bir savaşa, ancak, 1944 yılında hazır olabilecekti.

Polonya Seferinin beklenenden daha kısa sürede ve daha az kayıpla sona ermesinin yanında, özellikle Fransa’nın gösterdiği askeri pasiflik, özellikle Hitler’i daha da cesaretlendirmiştir. Daha Polonya seferi bitmeden, Varşova’nın düşüşünden sonra, Fransa ve Benelüks ülkelerini işgal etmek üzere bir plan hazırlanması emri vermiştir. Diğer bir deyişle, 1. Dünya Savaşı’nın yarattığı sosyo-politik ve ekonomik şokları tam olarak atlatamayan İngiltere ve Fransa’nın askeri tutumu, Nazi Almanya’sını planlamadığı bir Avrupa (ve sonrasında Dünya) Savaşı’na sürüklemiştir. “Ben doğuştan bir kumarbazım.” diyen Hitler için, düşmanlarının çekingenliği, giderek daha fazla risk üstlenmesine neden olmuştur. Birbirini takip eden, ancak, askeri strateji açısından birbirinden bağımsız olan Polonya, Danimarka/Norveç, Batı, Yugoslavya/Yunanistan seferlerinde, Nazi Almanyası ordusu, düşmanların kendilerine özgü zayıflıklarından dolayı da, fazla zorlamadan zafere ulaşmıştır.

10 Mayıs 2016 Salı

Günün kitabı: II. Dünya Savaşı'nda Askeri Hatalar / Kenneth John Macksey

Bugün tanıtmak istediğim kitap, İş Bankası Kültür Yayınları, tarih dizisinden, 2012 yılında çıkmış.

Başlığı, "II. Dünya Savaşında Askeri Hatalar" (Military Errors of World War II) olan kitabın  yazarı Kenneth John Macksey, 1923-2005 yılları arasında yaşamış, İngiliz bir askeri tarihçi. 2. Dünya Savaşı boyunca, Kraliyet Zırhlı Kolordusu'nda (Royal Armoured Corps) ve Percy Hobart'ın komutasında görev yapmış.


[Alt not: Percy Hobart, ülkemizde, çok az tanınan, bir İngiliz istihkâm subayıdır. Normandiya Çıkarması'nda kullanılan ve "Hobart's Funnies" takma adıyla tanınan, çeşitli tank tiplerinin yaratıcıdır. Ünlü Atlantik duvarı (İsmi, Müttefiklere varlığından daha çok kafa yorduran, var-yok arası bir engeller dizisi!) boyunca, Almanların kurduğu çeşitli engelleri aşmak için, ağırlıklı olarak İngiliz tanklarına, bir takım mühendislik harikası (çok iyi verim alınan) eklemeler yapmıştır. Başlı başına, başka bir yazı konusudur.]
Emekliliğinin son yıllarından itibaren, askeri tarih konusunda bir çok kitap yazmıştır. Bunların arasında, Guderian, Kesselring, Rommel ve doğal olarak Percy Hobarth üzerine yazılmış biyografilerle, Africa Corps ve tank savaşını konu edinen eserler vardır. Ayrıca, alternatif tarih dalında 2 kitabı vardır. Birincisi, 1940 yılında İngiltere'nin Nazi Almanya'sı tarafından işgalini anlatır. Diğeri, hayali bir NATO-Varşova Paktı savaşını konu edinir.
Bugün bahsettiğim kitabın tercümesini, askeri tarih alanında, bir çok kitabı dilimize kazandıran Mehmet Tanju Akad yapmış.

Kitabın alt bölümleri;
I.Kaygısızlık ve kibir günahları
1940 öncesinde ki olaylar
II.Hayal edilmesi zor bir sefer
Almanya'nın Batı Avrupa'yı fethi
III.Ölümcül erteleme
Britanya savaşı
IV.Rusya'ya doğru yan adımlar
İstilanın ön hazırlıkları
V.Aşırı güvenin sonucu
Rusya'da ki muharebeler 1941
VI.Yeteneksizlikten kaynaklanan sıkıntılar
Batı çölü seferleri, Aralık 1940'dan Şubat 1942'ye
VII.Egonun fesadı
Gazala'dan El Alameyn'e 1942
VIII.İlham kuruntuları
Atlantik muharebesi, ilk aşama
IX.Hayal gücü olmayanlar için cezalar
Atlantik muharebesi, nihai aşama
X.İnisiyatifin bedeli
Japon müdahalesi, 1941
XI.Almanya üzerine yanlış düşünceler
Avrupa'da bombardıman taaruzu 1940 - 1943
XII.Berlin için kararlar
Bombardıman taaruzu 1944
XIII.Arnheim'da kumar
Hava İndirme taaruzu 1944
XIV.Yenilmezlik kuruntuları
1942 Pasifik seferi
XV.İntihar dürtüleri
Leyte Körfezi muharebesi
XVI.Hataların toplamı

Yazar, neredeyse, 2. Dünya Savaşı'nın yer aldığı her coğrafyada gerçekleşen önemli muharebelere değinmiş. Toplam 15 ayrı alt bölümde, Müttefik ve Mihver devletler ayrımı yapmadan, gördüğü hataları dile getirmiş ve son bölümde, toplam bir analiz yapmış.
Savaşın içinde yer almış profesyonel bir asker olarak, okunmaya değer, önemli bir eser vermiş. 2. Dünya Savaşı'nı global bazda anlayabilmemize yardımcı olabilecek değerli bir kitap. Yazılmasının üzerinden, neredeyse 30 yıl geçmesine rağmen, kütüphanenizde bulunmalı.

Benim dikkatimi, cümlelerin uzunluğu ve bazı analizlerde ki "kuru" diyebileceğimiz tanımlamalar çekti. Neyseki, konuya hakim olan Tanju beyin tercümesi, kitabı daha akıcı bir hale getirmiş.
İlginizi çekebilecek diğer yazılar:

9 Haziran 2014 Pazartesi

Topyekûn savaş nedir?

2. Dünya Savaşı üzerine yapılan sohbet ve tartışmalarda, genellikle silahlar, komutanlar, liderler ve belirli muharebeler ön plandadır. “Hangi silah daha güçlüydü? Kim daha iyi komutandı? Hangi lider ülkesini daha başarıyla yönetti? Hangi muharebede hangi taraf ne hatalar yaptı?” şeklinde sorular etrafında dönen konuşmalar yapılır. Genelde, sohbetin başında kim hangi fikri savunuyorsa, sohbet bittiğinde de aynı fikirdedir. Diğer bir deyişle, bir fikir alışverişinden söz etmek olası değildir.

Ancak, tüm bu sohbet ve tartışmalarda, en çok göz ardı edilen konu “topyekûn savaş” olgusudur.


Almanlar’ın hızlı zaferler kazandığı 1939-1941 döneminden sonra, 2. Dünya Savaşı’nın o güne kadar ki “kısa ve sınırlı” savaş özelliği, “yıpratma savaşına” dönüşmüştür. “Yıpratma savaşı” kavramı aslında, “topyekûn savaş”’ın birinci özelliğidir. 19. yüzyılın ortalarından itibaren, başta silah teknolojisi olmak üzere, cephane ve lojistik unsurlarla birlikte savaş, endüstriyel bir karakter kazandı. Muharebe alanlarında savaşan asker sayısının artması, birden fazla ordunun farklı cephelerde savaşabilir hale gelmesi, kitle ordularının yarattığı bir neden-sonuç ilişkisi bağlamında, savaşı, sadece askerleri ve orduyu ilgilendiren bir olgu olmaktan çıkardı. Artan asker ve silah sayısı, daha fazla üretim, daha fazla üretim, daha fazla sayıda işçi ve üretim merkezi demekti. Bu yeni üretim merkezlerinin,  daha fazla hammadde, daha karmaşık ve verimli bir iktisat ve sanayi organizasyonuna ihtiyacı vardı.

Askere alınan erkek sayısının artması, sanayi ve tarımsal üretimin azalması demekti. Bunu engellemek için, savaşa gidemeyecek kadar yaşlı ve genç erkekler sanayi ve tarımsal üretime dahil edildi. Bunun da yetersiz kaldığı durumlarda, kadınlar, klasik toplumsal rollerini bırakıp, üretim konusunda, en azından, erkekler kadar iyi olduklarını gösterdiler. Savaş mallarının giderek artan üretimi, diğer ihtiyaç mallarının üretimini azaltınca, karne sistemi başladı. Karaborsa ve fahiş fiyat artışını engellemek için iktisadi bir takım önlemler alındı. Ancak, hem kaybeden hem de kazanan ülkeler, büyük cari açıklara ve enflasyona mahkûmdular.

1942 yılı başında, Nazi Almanya’sı artık, S.S.C.B., A.B.D. ve Britanya İmparatorluğu’ndan oluşan (burada özellikle vurgulanması gereken, sadece İngiltere ve İrlanda adalarından oluşmadığı) üçlü bir ittifaka karşı savaşmaktaydı. (Topyekûn savaş konusu irdelenirken, Özgür Fransız ordusu veya Bağımsız Polonya birlikleri gibi, üretim kapasitesine sahip olmayan, askeri birliklerden bahsetmiyoruz.) Her üç ülke, gerek insan gücü, gerekse üretim kapasitesi açısından Nazi Almanya’sından üstündü. (Britanya İmparatorluğu’nun üretim hızı ve buna bağlı olarak miktarı konusunda göz ardı edilemeyecek zaafları olsa da!)

Bu yazıda, söz konusu üç ülkenin sahip olduğu özelliklere fazla değinmek yerine, “topyekûn savaş” kavramını açıklamak istiyorum.

Bu savaş şeklinin, hangi savaştan itibaren, askeri tarihe damgasını vurduğu hala tartışılmaktadır. Bazı askeri tarihçiler tarafından, Dünya tarihinin, ilk “Dünya savaşı” olarak gösterilen, 7 Yıl Savaşları (1756-1763), aynı zamanda, ilk “topyekûn savaş” olarak da kabul edilir. Bir kısım tarihçi için, 1. Fransız Cumhuriyeti’nin “Devrim savaşları”’nı (1792-1802), bu özelliği taşıyan ilk savaştır. Ancak, askeri tarihçilerin çoğu, Napolyon Savaşları’nı (1803-1815), ilk “topyekûn savaş” olarak gösterir.

Bir savaşın, “topyekûn savaş” olarak nitelendirilebilmesi için hangi özelliklere sahip olması gerekir?

-Savaşın yayıldığı coğrafi alanın büyük olması,
-Uzun sürmesi (zaman kavramı, çok tartışılabilir olsa da!),
-Savaşa katılan insan sayısının çokluğu,
-Ekonomik kaynakların giderek artan bir yüzdeyle savaş ürünleri üretimine ayrılması (Bu kavrama, sanayi, tarım ve ticaret üretimini, hammadde ve insan sayısını dâhil edebiliriz),
-Savaşın, sadece muharebe alanlarında ve cephede gerçekleşen çatışmalardan değil de, giderek sivilleri de içine alan bir boyut kazanması en önemli özelliklerdir.

7 Yıl Savaşları’na kadar, savaş olgusu, genellikle, askerleri ve yönetici sınıfı ilgilendiren ve yılın belirli dönemlerinde, sınırlı bir coğrafyada gerçekleşirdi. 18. yüzyılın ikinci yarısında, Fransa başta olmak üzere, birçok Batı ve Orta Avrupa ülkesinde nüfus hızla arttı. Buna paralel olarak, Sanayi Devrimi’nin yayılmaya başlaması, silah teknolojisinin ilerlemesi ve üretiminin artması, ülkelerin birden fazla orduya sahip olmasına imkân verdi.