Öne Çıkan Yayın

Günün sözü: "Fransa'ya, "Liberté, égalité, fraternité", "süvari, piyade, ve topçuluk"'dan daha az rehberlik etmiştir."

"Liberté, égalité, fraternité" özdeyişi dilimize "Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik" olarak çevrilebilir. Bu üçlemenin ne a...

Yakup Kadri Karaosmanoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yakup Kadri Karaosmanoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Temmuz 2014 Çarşamba

2. Dünya Savaşı'nda Türkiye!

Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun, "Politikada 45 yıl" isimli kitabından alıntılar yapmaya devam...
Bugün, aynı dönemin bizi daha çok ilgilendireceğini düşündüğüm, başka bir kısmına ait alıntılar yapıyorum.

2. Dünya Savaşı'nda ülkemizdeki bir takım gelişmeler hakkında Yakup Kadri'nin anıları:

Sayfa: 153

"Yıl 1939’du.

Ikinci Dünya Savaşı patlamak üzereydi.

Ismet Paşa, Ingiltere ve Fransa ile ittifak akdettiğimiz günden beri, artık kıtalar arası bir siyaset gütmesi gereken bir devletin başkanı idi.

Bunun için, her zamandan ziyade o günlerde iç politika dırdırlarından sıyrılmaya, tam manasıyla milli birliğe dayanmaya ihtiyacı vardı."

Sayfa 159

"Yeni Cumhurbaşkanı çevresinde, her gün, her vesileyle, Atatürk adının dilden düşürülmemesi pek hoş karşılanmıyordu.

Atatürk, Atatürk, Atatürk..

Bu ad, Ismet Paşa’nın kulaklarında ne zamana kadar bir ‚Yat! Kalk!’ borusunun sesi gibi aksedip duracaktı? Evet, Atatürk, sanki hala ona kumanda ediyor gibiydi.

Hele, harp tehlikesinin –Fransa yenildikten sonra- bize daha da yaklaştığı kuşkusuna kapılan halkın gözü onu artık hiç görmez olmuş, Atatürk’ ün manevi şahsiyetına başvurup 'Ah, Atatürk neredesin?' diye sızlanan vatandaşların sayısı günden güne artmaya başlamıştı.

Aydınlar ve politikacılar çevresinde ise, Ingiltere ve Fransa ile yaptığımız üçlü Paktın aleyhinde bulunanların ve bununla başımızı belaya soktuğumuz kanaatini taşıyanların bozguncu sesleri, alarm verici yazıları bütün amme efkarımızı (blogcunun notu: toplumun genelinde) kavramış bulunuyordu.

Bunu da garipsememek lazım gelirdi.

Zira, gazetelerimizin hemen hepsi Alman Harp Bildirilerini manşetler altında yayınlamakta adeta birbirleriyle yarışa girmis gibiydiler.

Hele Istanbul’da çıkan yüksek tirajli iki gazetede 'Harekati Harbiye' yorumculuğunu yapan iki emekli Türk generalinin, bir takım teknik ve stratejik görüşlere dayanarak Hitler ordularının 'nihai' zaferi kazanmak üzere olduğunu kesin bir kanaat halinde belirten yazıları, en parlak kurmay subaylarımızın bile kafalarını bulandıracak bir mahiyet taşımakta idi.

Hele Alman orduları sınırlarımıza kadar gelip dayandığı ve bu sınırları yalayarak Rusya’nin üstüne abandığı vakit, memleketteki hava, onu bunaltacak kadar ağırlaşmış olsa gerekti.
„Ismet Paşa, Türkiye’nin kaderini Batı demokrasilerinin kaderine bağlayarak büyük bir hata işlemiştir.“

„Iste şimdi işin içinden nasıl çıkılacağını bilemiyor.“; „Almanya ile neden bir uzlaşma yolu aramıyor?“
mırıltıları bilgili ve bilgisiz hemen herkesin ağzında dolasmakta idi.

Almanya büyükelcisi von Papen bu durumdan faydalamasını çok iyi bildi.

Hitler’den Ismet Paşa’ya getirdiği, dostluk mesajlarıyla, bir Türkiye-Almanya Saldırmazlık Antlaşmasına yol açmakta gecikmedi ve bu antlaşmanın imzalanmasından sonra, Ankara’nin en popüler yabancı temsilcilerinden biri oldu.

Onun tarafından davet edilmek, bir çok diplomat, politikacı ve basın adamı için adeta bir şeref nedeni olmustu.
Almanya’nın, Sovyet Rusya’ya saldırmasından sonra da, bizim bir Alman saldırısına uğrama ihtimalimiz ortadan kalktığı için, bir genel rahatlama söz konusu olmasına rağmen; Ismet Paşa’nın güttügü, Ingiliz dostluğu politikası yine de büyük bir çoğunluğun yüreğinde kuşkular uyandırmaktaydı.

Bence, (Karaosmanoğlu) bunun birinci sebebi, Paşanın bu politikasını millete benimsetememek ve halkın genel izleniminin, ağırlıklı olarak Alman taraftarlarından oluşan bir basın tarafından yönlendirilmesiydi.

Etrafı çepeçevre ateşle çevrilmiş Türkiye gibi bir ülkede bu çok tehlikeli bir durumdu. Daha da ilginci, o zamanlar, bir „Milli şef“ rejimine ve ağır bir basın kanununa sahip olmamıza rağmen, „dış politika“ ile ilgili konularda yazılan yazılar değil, „iç politika“ haberleri gazetelerin kapanmasına neden oluyordu."

Bol bloglu günler!

13 Temmuz 2014 Pazar

2. Dünya Savaşı'nda İsviçre!

Merhaba!

Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun, "Politikada 45 yıl" isimli kitabından aynı döneme ait diğer bir ilginç anısı, savaşa katılmayan az sayıdaki ülkelerden birisi olan İsviçre'ye ait...

Sayfa: 173

"Bu küçük Avrupa ülkesinin durumu, bazı farklarla bize benziyordu.

Üstelik tarım mahsulleriyle, ham madde kaynaklarından tamamen yoksundu.

Ancak, şu var ki, bu memleketin idarecileri daha 1936’da harp kokusunu alır almaz, hemen bir nevi ithalat dampingine buğday, arpa, darı, kömür, demir vs. neye muhtaç iseler, tedarik etmişler ve on yillik istihlàkı karşılayabilecek stoklar yapmışlardır.

Fakat, bütün bu istihlak maddelerini, iğneden ipliğe kadar vesikaya tabii tutmayı da unutmamışlardı. Şöyle ki:

Sıkı bir "Harp Ekonomisi Teşkilatı", bütün yiyecek maddelerini kontrol altına almış; haftada adam başına 200 gram ete ancak müsaade ediyordu.Aynı teşkilat, yünlüden, pamukludan, deriden giyecek esyasına da vesikaya bağlamıştı.
Köylünün sığırı, danası, domuzu yine bu teşkilat tarafından bir nevi nasyonalizasyona tabii tutulmuş ve evlerdeki kümeslerin tavuklarının, bunların yumurtalarının serbest alım ve şatısları yasak edilmişti.
Isviçre köylüsü, kendi toprak mahsullerinin hesabını da Harp Ekonomisi ofislerine bildirmeye mecburdu. Gerçi karaborsa büsbütün kapanmış degildi, ama, bundan faydalanmak hem alıcı, hemde satıcı icin son derece tehlikeliydi.

Cenevre’nin meşhur bir terzisini tanırdım ki, harpten önce, Ingiltere’den getirttiği bazı kumaşlardan bazı müşterilerine kuponsuz elbise yaptığı icin yüz bin Frangı geçen bir para cezasına çarptırılmış. Ondan sonra da belini doğrultamayarak kırk yıllık terzihanesini kapatmak zorunda kalmıstı. (Karaosmanoğlu’nun „Zoraki Diplomat“ kitabından)

Ben, o zamanlar, hükümetimize bu Harp Ekonomisi teşkilatından bahsetmis ve bu teşkilatın başında bulunan zattan (aramızda ki dostluktan faydalanarak) edindiğim malumatı bildirdim ise de, daima ile karşılaşmışımdır. "

(Blogcunun notu: [„istihfaf“ „kücümseme“ demek!] İsviçre'yi yönetenleri, gerçekci bir ileri görüşle gereken önlemleri zamanında almaları, savaş esnasında tüm ülke çapında sıkıyönetim ilan edip, bunu acımasız ve ayrım yapmadan uygulamaları, ülkenin bu badireyi en az zararla atlatmasını sağlamış.

Bu arada, iyi eğitilmiş kitlelerin, getirilen yeni kısıtlama ve uygulamalara uyumu da göz ardı edilemez.

Bunların yanında, yazarın, sayfa 160’da Hollanda bombardımanını ve Lahey’de ki, Alman paraşütcüleri ile Hollanda ordusunun çarpışmalarını anlatması, 2. Dünya Savaşının ilk sivil şehir bombardımanı olan „Rotterdam“ saldırısı sonrasında, şehri ziyaret ettiğini belirtmesi ve 161’de Gauleiter [Gau: Cermenler zamanında, kendi içinde bir yerleşim bölgesi demektir. Naziler, Ari geçmişlerini vurgulamak amacıyla, önce Almanya’yı, sonra da isgal ettikleri her ülkeyi, bu tip bölgelere ayırmışlardır. {Almanca, „leiter“ kelimesi de „yönetici“ demektir.}] deyimini kullanması, kendisinin, 2. Dünya Savaşını bizzat yakından yaşadığının ve gelişmeleri ne kadar dikkatli bir biçimde takip ettiğinin kanıtlarıdır. )

Görüşmek dileğiyle!

10 Temmuz 2014 Perşembe

2. Dünya Savaşı başlarında Almanların Ingilizlere bakışı...

Dün, " google.com" adresine, dolayısıyla da, bloğa ulaşamadığım için, Pazartesi günü, babamın kütüphanesinden elime geçen bir kitaptan ilginç bir anıyı, size ancak bugün iletebiliyorum.

Hitler ve Ikinci Dünya Savaşı ile ilgili bir takım kitaplar okuyunca, doğal olarak, bu süreçte ülkemizin durumu ve ülkemizi yurt dışında temsil eden insanlarımızın anıları ilgimi çekti.

Elime, ünlü şair, yazar ve diplomat (bu tarafını yeni öğrendim; onun değimiyle, "zorunlu diplomat" [ bu isimde bir kitabı dahi var.])

Yakup Kadir Karaosmanoğlu'nun 'Politikada 45 yıl' isimli kitabı geçti.


Bilgi yayınevinden, Kasım 1968 basımlı ve 280 sayfalık kitap, o zamanki para birimimizle 10 TL!

Sayin Karaosmanoglu, 1939 yılında, Hollanda'nın Lahey şehrinde ki elciliğimizde çalışırken, Berlin'i ziyaret ediyor. Geri kalanı sayfa 162 'den itibaren kendi kaleminden:

"Berlin’de bulunduğum günlerde, Hitler gençliği, „Bombalayalım, bombalayalım İngiltere’yi“ marşlarıyla sokaklarda dolaşmaktaydı.

Bir gün, Almanya’nın eski Prag elçisi, dostum Eisenlohr’a şunları söyledim:

„Belki, günün birinde Ingiltere adasını da işgal edebilirsiniz. Bununla ne olacaktır?

İngiliz hükümeti başta Kralı ve bütün hukuki, mali müesseselerini alarak size bilmem kac kilometre kare topraklarını bırakıp Kanada’ya gececek ve harp kıtalararası kanlı çarpışmalar halinde yıllarca sürüp gidecektir.

Böyle bir harbe ise Kuzey Amerika’nın katılmaması imkan dışındadır.“

Eisenlohr gözü bağlı Nazilerden olmamakla beraber, hükümetin gidişine ayak uydurmuş bir diplomattı. Bana verdigi cevabı su sekilde özetleyebilirim:
“Korkmayın, iş bu kerteye varmaz. Ağır bombalarımız Londra üstüne düşmeye baslar başlamaz, Ingiliz „COUSIN“LERIMIZ'in akılları başlarına gelecek; hele onların dirijan sınıfını temsil eden ihtiyar Lordlar, City’nin bankerleri, bezirganları gürültünün patirtinin daha ziyade uzamasına asla müsaade etmeyeceklerdir.

Hem, Ingiliz milleti son derece realisttir, zararın neresinden dönerse kar sayar.

Kaldi ki, BİZ BU MİLLETE KARŞI BİR HUSUMET BESLEMEDİĞİMİZİ VE BÜYÜK BRİTANYA İMPARATORLUĞUNDA GÖZÜMÜZ OLMADIĞINI KAÇ KERE BİLDİRMİŞİZ.

Hatta, bu imparatorluk yıkılsa bile, Dünya nizami ve kuvvetler muvazenesi icin onu yeniden kurmak lazım geldiği kanaatini de belirtmekten geri kalmamışızdır.“

Alman diplomatının, Hitler’in „Mein Kampf“’ından ve güncel Alman dış politikasından ilham alarak söylediğine şüphe etmediğim bu sözlerinden şu manayı çıkarmak bir hipotez sayılmazdı:

Hitler bütün hesaplarını, Fransa çöktükten sonra, Ingiltere’nin hemen sulha yatacağı kanaatine bağlamıştı ve Alman milletine de bu kanaati aşılamış bulunuyordu.

Ayrıca, Alman diplomat, laf arasında, „hava hücumlarını kasdederek“, ''Hoş, işin o dereceye varacağını ummam ya..'' demiştir.

Ne kadar ilginç!

Sayın Karaosmanoğlu'nun, o zamanki Alman dış politikasını temsil eden sisteme sadık bir diplomat ile yaptığı kısa bir konuşma bile, bize Hitler'in İngiltere yaklaşımı hakkında ne kadar ayrıntılı bir bilgi aktarıyor.

-Almanların kendi Hava kuvvetlerine olan güveni!

-İngilizleri ne kadar küçümsedikleri! (Ingiliz yönetici sınıfın kendi rahatını her şeyin önünde tutacağı düşüncesi ve hatta, bombardımana bile gerek kalmayacağı vurgusu!)

-ve bence en ilginci, Ingilizleri, bir nevi "KUZEN"'leri olarak görmeleri!

(Her ne kadar, Ingilizler, zaman içerisinde, Britanya adasında ki yerleşik Kelt kökenli Breton'ların, Kuzey Almanya'dan gelen Germen kökenli Saksonlar ve Angluslar'ın karışmasından oluşmuşsa da)

Yüzyıllardan beri, her iki ulusun birbiri ile savaşmış olduğu gerçeğini bu kadar kolay göz ardı etmeleri çok ilginç! (Daha, o güne kadar Dünya'nın gördügü en büyük savaşta, her iki taraf gırtlak gırtlağa geleli, yeni 20 yıl olmuş!)

Bu günlük, Hitler'e kısa bir ara verip, savaşa genel bir bakış attım; tabii, bu arada, yukarıda bahsedilen, yaklaşımın, Hitler tarafından tüm Alman toplumuna dikte edildiğini de unutmadan!

Görüşürüz!