Öne Çıkan Yayın

Günün sözü: "Fransa'ya, "Liberté, égalité, fraternité", "süvari, piyade, ve topçuluk"'dan daha az rehberlik etmiştir."

"Liberté, égalité, fraternité" özdeyişi dilimize "Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik" olarak çevrilebilir. Bu üçlemenin ne a...

22 Şubat 2015 Pazar

2. Dünya savaşı ve sonrasında Fransa ve Yahudi meselesi!

Aşağıda birinci bölümünü sunduğum konuşmayı, İnternette şans eseri bulduğumu itiraf etmeliyim.

2. Dünya Savaşı’nda, işgal altında ki Fransa ve Vichy Fransa’sı olarak anılan bölgede, Fransız Yahudilerine karşı uygulanan kıyım ve bunda, Fransız halkının ve devlet kurumlarının payı, sürekli ve bilinçli olarak gözardı edilmiştir.

Fransız tarihçi, Tal Bruttmann’ın, İstanbul Fransız Kültür Merkezi’nde 17 Nisan 2014′te düzenlenen toplantıdaki konuşmasının bazı bölümlerinden alıntıları, uzunluğu nedeniyle, 3 ayrı bölüm halinde sunuyorum:

“Konuşmamda Fransız devletinin antisemit uygulamalardaki sorumluluğundan, konuya dair farklı belleklerin ortaya çıkmasından ve özel hafıza girişimlerinden bir devlet politikası olarak hafızaya nasıl gelindiğinden bahsedeceğim.
1940 yılının Fransa’sını anlayabilmek için bazı noktaları açıklığa kavuşturmak gerekiyor. Savaştan önce Fransa dünyanın en büyük askeri gücü sayılıyordu. III. Reich’a karşı ilan edilen savaşın kısa sürede Fransa tarafından kazanılacağına tüm dünya emindi. Ama hikayenin devamını biliyoruz. Çatışmalar 1940 Mayıs’ında başladı, bir ay sonra Fransa’nın üçte ikisi işgal edilmişti. Fransa yenilmiş, cumhuriyet yıkılmış ve “Fransız Devleti” adı verilen yeni bir rejim onun yerine geçmişti. Fransa o dönem iki bölgeye ayrılmıştı : birincisi Vichy hükümetinin tek başına egemenliği altında olan “Özgür bölge”ydi. İkincisi Almanların Fransız bürokrasisinin bir kısmına hakim oldukları, antisemitizm dahil her alanda kanunlar yürürlüğe koyabildikleri Alman işgali altındaki bölgeydi. Almanlara ek olarak Fransız devleti de bu bölgede bir otoriteye sahipti. Ülke bölünmüş olsa da Fransız kanunları ülkenin tamamında geçerliydi. 1940’ta Fransa sadece anakaradan ibaret değildi, aynı zamanda Afrika’nın neredeyse yarısını kontrol eden devasa bir kolonyal imparatorluktu.

1940 yaz aylarından itibaren Fransız aşırı sağı kökenli, devrim karşıtı bir antisemitizm içinde olan yeni bir rejim Fransa’da işbaşına geldi. Bu siyasi hareket tüm Fransız devrimi kazanımlarını, özellikle de laikliği reddediyordu. Nazi rejimine çok daha yakın olan başka bir aşırı sağ da mevcuttu. Vichy rejimi Nazilerle “işbirliği”ni canlandırırken,  Nazilere daha yakın olan aşırı sağ da “ultra işbirliği”ni temsil edecekti.

Cumhuriyetin kazanımlarının sorgulanması

Vichy rejimi ilk günden itibaren Cumhuriyetin kazanımlarını, özellikle de Yahudilerin Fransız toplumundaki yerini sorgulayacaktı. 1789’da Fransız Devrimi’nden itibaren Fransa’yı şekillendiren çok önemli bir husus mevcuttu : devlet için sadece Fransız vatandaşları vardı. Devlet Hristiyan, Yahudi ya da Müslüman vatandaş ayrımı yapmıyordu, devlet için tüm vatandaşlar sadece Fransızdı. Din, Fransız laikliğinin bir gereği olarak, özel alana aitti.

Vichy rejimiyle devletin 150 yıllık tarihinde ilk defa Fransız toplumunun bir kısmına, Yahudilere yönelik ayrımcı bir politikayı yürürlüğe koyan bir hükümet işbaşına gelmişti. 1940 Ekim ayından itibaren Yahudiler “Fransız ırkına ait olmayan bir ırk” olarak tanımlandılar. Hangi ülkenin vatamdaşı olurlarsa olsunlar “ayrı bir ırk” olarak kabul ediliyorlardı. Rejim Fransız bürokrasisinin uygulayacağı ve kanunla yürürlüğe konan bir dizi kararı hayata geçirdi.


Bu dönemde çok önemli iki karar görüyoruz : birincisi 1940 yılının sonunda Fransız devletine bütün yabancı Yahudileri tutuklama hakkını veren karardı. Bu karara göre bir kişinin sadece Yahudi ve yabancı olması yeterliydi, hapse atılması için başka bir sebep aranmasına gerek yoktu. İkinci karar ise Yahudileri Fransız bürokrasisinden dışlamaya yönelikti. İlginç olan bu iki kararın uygulanma hızıdır. Kanunlar Ekim 1940’ta yürürlüğe girer ve iki ay sonra, Aralık 1940’ta Fransız devlet memurları arasında tek bir Yahudi kalmamıştır. Ve 40 bin Yahudi “özgür bölge”de bulunan büyük tutukluluk kamplarına hapsedilir.


“Kurtarıcı” Pétain

Cumhuriyet kazanımlarıyla kesin bir kopuş içinde olan bu kararları Fransız bürokrasisi hemen uygulamaya koyulur. Hiç sorun çıkarmadan ve hızla kararları hayata geçirir. Fransız devlet memurlarının tamamının bir günde antisemit olduklarını söylemiyorum tabii. Bu karmaşık ve sorunlu bir durumun en önemli sebeplerinden biri Fransa’nın uğradığı yenilginin boyutuydu. Toplum büyük bir travma içindeydi. İkinci Dünya Savaşı’na katılan büyük devletlerden sadece biri Almanlara yenilmişti, o da Fransa’ydı.

Fransızlar bir adama, Birinci Dünya Savaşı’ndaki Verdun Muharebesi’nde kazandığı büyük zaferle yıldızı parlamış devlet başkanları Mareşal Pétain’e kendilerini teslim etmişlerdi. Dolayısıyla Pétain mucizevi bir adam, bir kurtarıcı gibi görülüyordu. İnsanlar ideolojik olarak yaptıklarına katılmadan, “belki Pétain Fransa’yı ayağa kaldıracak tedbirlerin neler olduğunu biliyordur” diyerek ona teslim oldular. Olaylara “Pétain Yahudileri dışlamamız gerektiğini söylüyorsa belki de haklıdır. Bu antisemit olduğumuz anlamına gelmez, belki çözüm budur” diye bakıyorlardı.

Bu tedbirlerin hiç bir mecburi yönü olmadığını da hatırlatmak gerek. Uygulanmamalarının hiçbir yaptırımı yoktu, memurlara “Yapmazsanız işinizden olursunuz, cezalandırılırsınız” denilmemişti. Tehdit yoktu. İnsanlara sadece uygulamaları söylenmişti ve çok etkin ve hızlı bir şekilde onlar da bunu yerine getirdiler.

Tutukluluk kamplarına yaklaşık 40 bin yabancı Yahudi kapatılmıştı. Fransa’da İkinci Dünya Savaşı öncesinde anakarada yaklaşık 330 bin Fransız ya da yabancı Yahudi bulunuyordu. Başka Avrupa ülkelerindeki büyük Yahudi toplumlarına -örneğin 3 milyon Yahudi’nin yaşadığı Polonya’ya-  kıyasla küçük bir topluluktu bu. Ayrıca Vichy’nin egemenliğinin altındaki Kuzey Afrika’da 500 binden fazla Yahudi yaşıyordu.


“Özgür bölge”de yaşayan 150 bin Yahudi’nin yaklaşık 40 bini kamplara kapatılmıştı. Bu kamplar sıradan yerler değildi, kamplarda binlerce kişi, özellikle yaşlılar ve çocuklar, tutukluluğun ilk aylarında hayatlarını kaybettiler. Çok zor koşulların hakim olduğu, sağlık açısından çok kötü durumda olan yerlerdi kamplar. Bu koşullara özellikle çetin geçen 1941 kışı eklenince çok sayıda kişi bu kamplarda canından oldu.


Devamı 2. bölümde...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder