Öne Çıkan Yayın

Günün sözü: "Fransa'ya, "Liberté, égalité, fraternité", "süvari, piyade, ve topçuluk"'dan daha az rehberlik etmiştir."

"Liberté, égalité, fraternité" özdeyişi dilimize "Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik" olarak çevrilebilir. Bu üçlemenin ne a...

9 Haziran 2014 Pazartesi

Topyekûn savaş nedir?

2. Dünya Savaşı üzerine yapılan sohbet ve tartışmalarda, genellikle silahlar, komutanlar, liderler ve belirli muharebeler ön plandadır. “Hangi silah daha güçlüydü? Kim daha iyi komutandı? Hangi lider ülkesini daha başarıyla yönetti? Hangi muharebede hangi taraf ne hatalar yaptı?” şeklinde sorular etrafında dönen konuşmalar yapılır. Genelde, sohbetin başında kim hangi fikri savunuyorsa, sohbet bittiğinde de aynı fikirdedir. Diğer bir deyişle, bir fikir alışverişinden söz etmek olası değildir.

Ancak, tüm bu sohbet ve tartışmalarda, en çok göz ardı edilen konu “topyekûn savaş” olgusudur.


Almanlar’ın hızlı zaferler kazandığı 1939-1941 döneminden sonra, 2. Dünya Savaşı’nın o güne kadar ki “kısa ve sınırlı” savaş özelliği, “yıpratma savaşına” dönüşmüştür. “Yıpratma savaşı” kavramı aslında, “topyekûn savaş”’ın birinci özelliğidir. 19. yüzyılın ortalarından itibaren, başta silah teknolojisi olmak üzere, cephane ve lojistik unsurlarla birlikte savaş, endüstriyel bir karakter kazandı. Muharebe alanlarında savaşan asker sayısının artması, birden fazla ordunun farklı cephelerde savaşabilir hale gelmesi, kitle ordularının yarattığı bir neden-sonuç ilişkisi bağlamında, savaşı, sadece askerleri ve orduyu ilgilendiren bir olgu olmaktan çıkardı. Artan asker ve silah sayısı, daha fazla üretim, daha fazla üretim, daha fazla sayıda işçi ve üretim merkezi demekti. Bu yeni üretim merkezlerinin,  daha fazla hammadde, daha karmaşık ve verimli bir iktisat ve sanayi organizasyonuna ihtiyacı vardı.

Askere alınan erkek sayısının artması, sanayi ve tarımsal üretimin azalması demekti. Bunu engellemek için, savaşa gidemeyecek kadar yaşlı ve genç erkekler sanayi ve tarımsal üretime dahil edildi. Bunun da yetersiz kaldığı durumlarda, kadınlar, klasik toplumsal rollerini bırakıp, üretim konusunda, en azından, erkekler kadar iyi olduklarını gösterdiler. Savaş mallarının giderek artan üretimi, diğer ihtiyaç mallarının üretimini azaltınca, karne sistemi başladı. Karaborsa ve fahiş fiyat artışını engellemek için iktisadi bir takım önlemler alındı. Ancak, hem kaybeden hem de kazanan ülkeler, büyük cari açıklara ve enflasyona mahkûmdular.

1942 yılı başında, Nazi Almanya’sı artık, S.S.C.B., A.B.D. ve Britanya İmparatorluğu’ndan oluşan (burada özellikle vurgulanması gereken, sadece İngiltere ve İrlanda adalarından oluşmadığı) üçlü bir ittifaka karşı savaşmaktaydı. (Topyekûn savaş konusu irdelenirken, Özgür Fransız ordusu veya Bağımsız Polonya birlikleri gibi, üretim kapasitesine sahip olmayan, askeri birliklerden bahsetmiyoruz.) Her üç ülke, gerek insan gücü, gerekse üretim kapasitesi açısından Nazi Almanya’sından üstündü. (Britanya İmparatorluğu’nun üretim hızı ve buna bağlı olarak miktarı konusunda göz ardı edilemeyecek zaafları olsa da!)

Bu yazıda, söz konusu üç ülkenin sahip olduğu özelliklere fazla değinmek yerine, “topyekûn savaş” kavramını açıklamak istiyorum.

Bu savaş şeklinin, hangi savaştan itibaren, askeri tarihe damgasını vurduğu hala tartışılmaktadır. Bazı askeri tarihçiler tarafından, Dünya tarihinin, ilk “Dünya savaşı” olarak gösterilen, 7 Yıl Savaşları (1756-1763), aynı zamanda, ilk “topyekûn savaş” olarak da kabul edilir. Bir kısım tarihçi için, 1. Fransız Cumhuriyeti’nin “Devrim savaşları”’nı (1792-1802), bu özelliği taşıyan ilk savaştır. Ancak, askeri tarihçilerin çoğu, Napolyon Savaşları’nı (1803-1815), ilk “topyekûn savaş” olarak gösterir.

Bir savaşın, “topyekûn savaş” olarak nitelendirilebilmesi için hangi özelliklere sahip olması gerekir?

-Savaşın yayıldığı coğrafi alanın büyük olması,
-Uzun sürmesi (zaman kavramı, çok tartışılabilir olsa da!),
-Savaşa katılan insan sayısının çokluğu,
-Ekonomik kaynakların giderek artan bir yüzdeyle savaş ürünleri üretimine ayrılması (Bu kavrama, sanayi, tarım ve ticaret üretimini, hammadde ve insan sayısını dâhil edebiliriz),
-Savaşın, sadece muharebe alanlarında ve cephede gerçekleşen çatışmalardan değil de, giderek sivilleri de içine alan bir boyut kazanması en önemli özelliklerdir.

7 Yıl Savaşları’na kadar, savaş olgusu, genellikle, askerleri ve yönetici sınıfı ilgilendiren ve yılın belirli dönemlerinde, sınırlı bir coğrafyada gerçekleşirdi. 18. yüzyılın ikinci yarısında, Fransa başta olmak üzere, birçok Batı ve Orta Avrupa ülkesinde nüfus hızla arttı. Buna paralel olarak, Sanayi Devrimi’nin yayılmaya başlaması, silah teknolojisinin ilerlemesi ve üretiminin artması, ülkelerin birden fazla orduya sahip olmasına imkân verdi. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder